Belki o kadar da sürmeyecek, ama yıl 2500 olduğunda hala tarih diye bir ders varsa bizi yazacak, kullan at maskelilerimiz ve eldivenli fotoğraflarımızla. Hem de korku filmi tanıtım afişine bakar gibi. O zaman ki müfredata bugünkü gözle bakıldığında şunları okuyacaklar başka zamanın insanları:
“2000 li yılların ilk çeyreğinin sonuna doğru Ortadoğu da yüzyılı aşan savaşlar devam ediyordu. Ancak birçok ülkede üçüncü dünya savaşı beklentisi vardı. Bu konu üzerine doğulu ve batılı ülkeler kamuoyu konuşuyordu. Tüm dünya Suriye ve Irak üzerine yoğunlaşmış ve Rusya-Amerika vekalet savaşını seyrediyordu. Vekaletlere karşı her zaman olduğu gibi asaleten savaşan Türk Ordusu vardı. 2020 yılının ilk aylarında Türk Ordusu Suriye üzerinde kendi varlığını hissettirmeye başlamış idi.
Yine aynı zamanlarda 2020 yılının ilk aylarında başta Avrupa olmak üzere tüm dünyayı etkisi altına alan 1. Dünya Biyolojik Savaşı sessiz ve sedası çok uzakta başladı. Savaşın silahı olan virüsün Çin’de laboratuvar ortamında üretildiği iddia olundu. Ancak bir diğer iddiaya göre ise, yine laboratuvar ortamında Amerika Birleşik Devletlerinde üretilen virüs, askeri bir organizasyon için Çin’e giden askerler tarafından yayıldı. Kim ne zaman nerede ürettiği yada doğal olan yollarla mı ortaya çıktığı halen tartışma konusu olan virüs Ortaçağ’daki veba kadar etkili oldu. Bir çok masum, ansızın öldü.
Savaş önce Çin topraklarında başlasa da, Çin topraklarında devam etmedi. Savaş, 19. ve 20 yüzyıllardaki savaşların kaynağı olan Avrupa ve Kuzey Amerika topraklarında devam etti.
1. Dünya Biyolojik Savaşının en önemli sonucu ise, var olan tüm uluslararası örgütlerin sorgulanmasına neden oldu ve işlevsizliğini ortaya koydu. Savaşı sonunda var olan tüm bu örgütler ya varlığı sona erdi yada işlevsiz hale geldi.
…….”
Sanırım yıllar sonra, dedelerimiz, babalarımız, biz, çocuklarımız, torunlarımız, onların torunları velhasıl şu an nefes alan her kim varsa covid-19 lu yada başka bir sebepten dolayı öldükten sonra arkamızdan, bu ve benzeri sözleri yazacaklar da, biz söz sahibi olamayacağız, cevap veremeyeceğiz. Ne acı değil mi, gerçeği aktaramamak. Hem de bu gerçeğin ne olduğunu bilmiyorsak…
Her şey olup bitecek ama artık hiçbir şey 2019 ve öncesi gibi olmayacak. Sanırım yaygın kanaat ve inançta bu yönde tüm dünyada.
Peki ne yapmak lazım? Dizlerimizi kırıp oturmak mı, dövünerek üzülmek mi, ah vah mı demek lazım? Hayır! Biz bunu asla yapmayacağız, yapmadık, zaten bu bize de yakışmaz.
Bir kere olayları doğru analiz etmemiz lazım. Belki bu analizden önce olması gereken yıkıcı, yakıcı ve hiçbir yararı olmayacak söylem ve sözleri covid-19 un yanına göndermek lazım. Eğer bu biyolojik savaştan güçlü çıkmak istiyorsak, öncelikle yararsız ve kem sözleri gömmek lazım en azından bu mücadele sonuna kadar ki, en fazlasından bu sözleri bir daha ağza almamak lazım.
Kem sözleri gömmek beraberliğin belki de ilk işareti olacaktır.
Bakınız, bu savaş çetin bir savaş, topu tüfeği görünmeyen bir savaş. Füzesinin nerden geldiği belli olmayan savaş. Dikkatli olmak yetmez, birlikte dikkatli olmak lazım. Zaman sadece elimizi yıkacağımız, kolanyalanacağımız bir zaman değil. Zaman mantıklı hareket zamanıdır.
Çin’den başlayan bu savaş tüm dünyaya yayılmadan korkusu geldi. Önce korktuk ki, sıradan bireyler olarak da haksız değildik. Bir canımız vardı da, o sorun değildi de ya cananımızın canı, ya evladımız canı… Bunları düşünmek bile korkutucu idi.
Uzakta yaşanan korkuyla yüzleştik. Korku gerçek oldu ve canlarımızı alıyor. Bakın Çin 3 ay da normalleşme sürecine başladı. Ancak Özellikle Güney Avrupa ve Kuzey Amerika adeta teslim oldu. O zaman bu savaşın müsebbibi kim ola ki... Ya biri savaşın ateşini yaktı kendini yaktı, ya da kendi ile birlikte tüm insanlığı…
Savaş ortamına ne kadar da çok benziyor değil mi? Sokaklarda cesetler var. Bilindik ve inandık adetlerle cesetler defnedilemiyor. Sahipsiz mezarlara, kimsesiz gibi defnediliyor. Ziyaret bile edilemiyor.
“Dünya nereye gidiyor”, diyoruz ya! gidiyoruz işte bilenlerin bildiği yere bilmeden. Birileri bizi götürüyor işte.
Bu biyolojik savaşın sonunda, bir defa kömürseverlerin kurduğu Avrupa Birliği denilen bir şey kalmayacak. Bunu ben demiyorum herkes diyor. Bunun içinde müneccim olmaya da gerek yok zaten. Muhtemeldir ki, bu biyolojik savaş NATO’nun da sonu getirecektir ki, zaten hakim ülkelerin ellerinde oyuncak olmuş durumda. Ya Birleşmiş Milletler! Muhtemeldir ki, bu biyolojik savaş sonucunda zaten işlevi sorgulanan en büyük uluslararası örgüt, yerel bir örgüte dönecek.
Hayal kurmuyorum. Komplo teorisi de yazmıyorum. Sadece olayların gidişatına bakıyorum, nereye varacağını tahmin ediyorum. Bu biyolojik savaş döneminde her ülke yalnız savaşıyor. Bizim Ülkemiz gibi başkasına yardım eden yok, zaten yardımlarda korsanlar tarafından gasp ediliyor. Her ülke bir başkasını suçlayarak virüsü icat edeni bulmaya çalışıyor. Her ülke virüse karşı aşı geliştirmeye çalışıyor, daha çok para kazanmak için….
Daha mı ne var? Aslında daha çok gösterge var. Mesela Uzakdoğudan Avrupa’ya taşınan şirketler var. Bunlar bu biyolojik savaşın ekonomik yönünün göstergesidir. Savaş başladığında önce sermaye güvenli liman arıyor yada esas toprağına dönüyor. Ekonomik sistemler şu an yaşanan sürece çözüm üretemiyorlar ki, savaşlarda zaten bunu öngörmekte olanaklı değildir.
Velhasıl söz çok da, hangisini söylesek, hangisinden devam etsek ki…
En iyisi şimdilik evde kalalım, savaş sonunda bize ihtiyaç olacak. En iyisi evde kalalım biraz düşünelim: Nerede yanlış yaptık.
Sokaklar kedilerin oldu, tek hükmün tam da bizde olduğunu sandığımız da…..
Sağlıcakla kalın, sevdiklerinizle kalın….