Timuçin, her zamanki gibi okuldan eve döndüğünde, kendini yorgun ve mutsuz hissediyordu.
Okulda pek arkadaşı yoktu, derslerde de başarılı değildi. Ailesinin onu hiç anlamadığını
düşünüyordu.
Timuçin’in tek mutlu olduğu zamanın, rüyalarında Andromeda galaksisini gördüğü zamanlar
olduğunu düşündü. Andromeda galaksisi, Timuçin’in hayal gücünün ürünüydü. Orada,
kendisini özel ve önemli hissediyordu. Andromeda galaksisinde, Timuçin’in arkadaşları vardı.
Onlarla konuşuyor, oyunlar oynuyor ve maceralara atılıyordu.
Timuçin, odasına girdi ve yatağına uzandı. Gözlerini kapattı ve Andromeda galaksisine
gitmek için yoğun duygular eşliğinde uyuyakaldı. Ancak, bu sefer rüyası farklıydı.
Andromeda galaksisinde bir şeyler ters gidiyordu. Galaksideki canlılar korku içindeydi ve ona
yardım etmesi için yalvarıyorlardı. Timuçin, ne olduğunu anlamaya çalışırken, bir ses duydu.
Ses, Andromeda galaksisinden geliyordu ve Timuçin’e şöyle diyordu:
“Timuçin, ben senin ruhunum. Seninle konuşabilmek için son bir şansım var. İyi dinle beni.
Sen, Andromeda galaksisinin gerçek bir parçasısın. Ruhun oradan geliyor ve oraya ait. Sen,
galaksinin kaderini belirleyecek olan kişisin. Galaksimiz büyük bir tehlike altında. Bir
düşman bizi yok etmek istiyor. Senin bize gelmen ve bizi kurtarman gerekiyor. Ayrıca bu
senin de görevin.”
Timuçin, bu sözleri duyunca çok şaşırdı ve korktu. Bu bir rüya olamazdı. Bu çok gerçekti.
Timuçin, sese kim olduğunu, ne yapması gerektiğini sordu.
Ses: “Ben senin ruhunum dedim ya. Seninle bağlantı kurmak için son enerjimi kullanıyorum,
yapman gereken şey çok basit. Yarın sabah uyandığında, evden kaçacaksın ve havaalanına
gideceksin. Orada seni bekleyen bir kapsül olacak. Ona binip uzaya çıkacaksın. Uzayda seni
bekleyen bir gemi olacak. Gemiye binip Andromeda galaksisine doğru yol alacaksın. Orada
sana ne yapman gerektiğini söyleyeceğim.”
Timuçin, bu planın çok saçma olduğunu düşündü. Bunu nasıl yapabilirdi ki? Hem neden
yapmalıydı? Bu sadece bir rüya değil miydi?
Timuçin duyduğu sese, “Ama bu çok mantıksız! Ben nasıl uzaya çıkabilirim ki? Hem neden
yapmalıyım? Bu sadece bir rüya değil mi?” dedi. Ama korkudan kalbi hızla çarpıyor, elleri
titriyordu.
Ses: “Hayır, bu bir rüya değil! Bu gerçek! Senin ruhunun galaksiyle bağlantılı olduğunu
kanıtlamak için sana bir şey göstereceğim.”
Ses bunları söyledikten sonra, Timuçin’in gözleri karardı ve bir anda kendini uzayda uçarken
gördü. Etrafında yüzlerce yıldız vardı ve önünde devasa bir galaksi parlıyordu. Bu galaksi,
Andromeda galaksisiydi.
Ses: “Bak, bu senin galaksin. Bu senin ruhunun ait olduğu yer. Bu galaksiyi seveceksin.”
Timuçin, galaksiyi görünce büyülendi. Bu, rüyalarında gördüğü galaksiydi. Ama bu sefer çok
daha güzel ve gerçekti.
“Evet, burası çok güzel, rüyalarımda gördüğümden daha güzelmiş,” dedi Timuçin.
Ses: “O zaman bize yardım etmelisin. Bu galaksiyi kurtarmalısın. Eğer yapmazsan, hem
galaksi hem de sen yok olacaksın.”
Timuçin, sesin ciddi olduğunu anladı. Bu bir oyun değildi. Bu bir görevdi. Sesin dediklerini
yapmaya karar verdi.
“Tamam, yapacağım. Bana ne yapmam gerektiğini söyle.”
Ses: “Çok iyi; Şimdi sana bir şey daha göstereceğim.”
Ses bunları söyledikten sonra, Timuçin’in gözleri tekrar karardı ve kendini başka bir yerde
buldu. Şimdi bir laboratuarın içinde görünüyordu. Laboratuarda bir sürü bilim insanı vardı ve
hepsi de heyecanlı görünüyordu. Bir de ortada büyük bir kapsül vardı ve kapsülün içinde bir
çocuk yatıyordu. Gözlerine inanamadı bu çocuk kendisiydi.
Ses: “Bak, bu senin ruhun. Sen şu anda bu laboratuarda bir deneyin parçasısın. Seni uzaya
gönderecekler.”
Timuçin, bunu duyunca çok şaşırdı. Kendi ruhunu görünce inanamadı. “Bu nasıl olabilirdi?
Ben öldüm mü?” dedi ve davam etti, “bu ben miyim? Burası neresi? Ben bir denek miyim?”
diye soru yağmuruna tuttu kendisine emirler yağdıran sesi.
Ses: “Evet, bu senin ruhun, burası NASA’nın gizli bir laboratuarı, bir deneyin parçasısın, seni
uzaya gönderecekler.”
Timuçin: “Ama neden? Ben kimim? Niye ben?”
Ses: “Sen, özel bir kişisin. Andromeda galaksisinden gelen ilk ve tek insan ruhuna sahipsin.
Bu ruh sana geldi ölünce aynı yere geri gidecek. Sen, galaksinin kaderini belirleyecek olan
kişisin.”
Timuçin: “Ama nasıl? Ben nasıl Andromeda galaksisinden gelen bir ruha sahip olabilirim?
Oradan gelen başka ruh yok mu? Niye onlardan birine vermediniz bu görevi?”
Ses: “Bunu sana anlatmak için zamanım çok az ama her ruhun bir galaksisi var. Senin
ruhununki de Andromeda. Şimdi sana son bir şey söyleyeceğim ve sonra bağlantımız
kesilecek.”
Timuçin: “Ne söyleyeceksin?” dedi biraz da tedirgin bir şekilde.
Ses: “Sana güveniyorum Timuçin. Sen bunu yapabilirsin. Yarın sabah uyandığında, plânı
uygula ve bize gel. Seni bekliyor olacağım.”
Timuçin, hâlâ tedirgin ve ne yapacağını bilmiyor olsa da. “Tamam, yapacağım,”
“Hoşça kal Timuçin.”
Ses bunları söyledikten sonra kesildi ve Timuçin rüya sandığı uykudan uyandı. Gözlerini
açtığında, kendini yabancı bir yerde buldu. Etrafında parlak yıldızlar, renkli gezegenler ve
devasa kara delikler vardı. Timuçin şaşkınlık içinde etrafına bakıyordu. Neredeydi? Nasıl
buraya gelmişti? Ses neredeydi? Bu düşünceler yumağı kafasını karıştırırken, birden
kulaklığında tanıdık bir ses duydu.
“Merhaba Timuçin, ben Ses, seni dünyadan yaklaşık 2,5 milyon ışık yılı uzaklıkta bulunan
spiral bir galaksi olan ve Samanyolu galaksisine yakın, en büyük galaksi olan Andromeda
galaksisine getirdim. Burası senin yeni evin olacak. Burada çok şey öğrenecek ve çok macera
yaşayacaksın,” ses devam etti. “Çok çeşitli hayvanlar, kuşlar, böcekler, çiçekler var. Onlar da
senin dilini biliyor bu dil Andromeda dili burada yaşayan tüm canlı aynı dili konuşur.”
Timuçin, Sesin onu götürdüğü yerde gözlerine inanamadı. Etrafında, dünyada hiç görmediği
türden hayvanlar vardı. Bazıları tüylü, bazıları pullu, bazıları da yosunlu gibiydi. Bazıları iki
ayaklı, bazıları dört ayaklı, bazıları da sekiz ayaklıydı. Bazıları küçücük, bazıları devasaydı.
Bazıları kibar, bazıları yaramaz, bazıları da meraklıydı. Ama hepsi de Timuçin’e dostça
yaklaştılar. Ses, onlara Timuçin’in kim olduğunu ve nereden geldiğini, bu gezegenin gerçek
sahibi olduğunu ve Timuçin olduğu için kendilerinin var olduğunu anlattı. Hayvanlar, buna
çok sevindiler Timuçin’i aralarına kabul ettiler. O’na, Andromeda’nın sırlarını, güzelliklerini,
tehlikelerini ve mucizelerini gösterdiler. Timuçin, onlarla konuşabiliyordu. Çünkü Ses, ona
Andromeda’nın dilini öğretmişti. Timuçin, hayvanlarla birlikte oyunlar oynadı, maceralar
yaşadı, hikâyeler dinledi. Çok mutlu bir şekilde orada yaşamaya başladı ama ne zaman istese
dünyaya da gelip gidebiliyordu. Dünyada annesi, babası ve birkaç arkadaşına bunları
anlatmaya çalıştı ama onlar Timuçin’i anlamadılar. Onlar anlamasa da Timuçin mutluydu.