BİR DAMLA GÖZYAŞI

Baba, sinirle yumruğunu kapıya vuruyor, adeta kapıyı parçalarcasına dövüyordu. Odasında

bilgisayarın başındaki Tarık, kapıya en yakın olandı. Kızgın olsa da sonunda cesaretini

toplayıp kapıyı açtı. Daha ne olduğunu anlamadan babası, aniden boğazına yapıştı. Babasının

gözlerinde öfkeyle parlayan bakışlar, Tarık’ın kalbine korkuyu bir hançer gibi saplıyordu.

“Baba, dur! Ne yapıyorsun?” Tarık’ın sesi titriyordu, ama geri çekilmiyordu.

Babası, gözleri kızgın bir boğa gibi delicesine parlayarak, “Ya benim dediğimi yapacaksın

ya da seni bu evden kovuyorum!” diye kükredi.

Tarık, babasına karşı çıkmanın bedelini bilse de artık susamazdı. “Baba, sen kimin evinden

kimi kovuyorsun? Ben senin oğlunum, daha 17 yaşındayım. Bana bakmak zorundasın, bunu

Adamın eli boğazında sımsıkıydı, ama Tarık geri adım atmıyordu. “Çabuk, çık evimden!”

diye tekrar kükredi babası. Yüzündeki öfke, kontrol edilemeyen bir kasırga gibi etrafa

Tam o sırada mutfakta yemek yapmakla meşgul olan annesi, kapının önüne gelmişti.

Yüzündeki endişe ile karışmış hiddet, sesine yansıdı. “Siz ne yapıyorsunuz? Beni komşulara

rezil mi edeceksiniz? İçeri girin! Hayırdır, daha kapıdan girmeden ne bu şiddet? Oğlan ne

yaptı, neyi bilmem gerekiyor? Yoksa iş yerindeki sinirini eve mi yansıtıyorsun?”

Adam, hışımla annesine döndü, ama öfkesi hâlâ sönmemişti. “İş yerinde sorun ne olacak!

Bu çocuk beni delirtecek! Ona bir iş bulmuştum, ama gitmedi!”

Kadının sesi bu kez daha sakin ama kararlıydı. “Bey, senin de dediğin gibi o daha çocuk.

Adam, gözlerini sinirle devirdi, “O bu kafayla okul mokul bitiremez. Benim bulduğum işe

gidecek ya da evden defolup gidecek!”

Tarık artık bu kadarını kaldıramıyordu. Gözleri öfke dolu ama çaresizdi. Babasına meydan

okurcasına, “Baba, sen bana bugüne kadar babalık yapmadın, şimdi de hayatıma karışma!”

Adam bir adım daha yaklaştı, gözleri delici bakışlarla doldu. “Defol evimden! Hemen!”

Tarık, aniden sırt çantasını kaptı, gözlerinde hiddet ve hayal kırıklığı vardı. Kapıya

yürürken son bir kez arkasına bakıp, “İşte gidiyorum! Evinde batsın, zaten umurumda

değildin!” dedi. Kapıyı sertçe çarpıp dışarı çıktı. Arkasında yankılanan kapı sesi evin

duvarlarında soğuk bir iz bırakarak bu gibi yaptı.

Adam, öfkeden sarsılarak içeri girdi, ama hala sakinleşmemişti. Doğruca mutfağa gidip,

yüzünde soğuk bir ifadeyle, “Hanım, hâlâ sofrayı kurmamışsın! Acımdan ölüyorum,” diye

homurdandı.

Kadın mutfak tezgâhının önünde duruyordu, kolları göğsünde çaprazlanmış, sesi ise artık

buz gibi soğuktu. “Ben acıkmadım. Acıktıysam da senin bağırıp çağırmanla çoktan doydum.

Kendi başına ye. Ben salona gidiyorum.”

Kadın salona yönelirken, adam evin bir köşesinde sessizce duran kızını fark etti. Küçük

kızları, 11 yaşlarındaki Nazlı, olup biteni gözleri yaşlı bir şekilde izliyordu. Babası ona doğru

yaklaştı, ama Nazlı gözlerini kaçırdı.

“Hadi kızım, gel birlikte yemek yiyelim,” dedi babası, sesi biraz yumuşamış gibiydi.

Ama Nazlı, abisine yapılan haksızlıktan dolayı babasına duyduğu öfkeyle ona dik dik

baktı. “Hayır, kendin ye,” dedi, sesi küçük ama kararlıydı. Sonra hızla odasına doğru koştu.

Adam şaşkın ve kızgın, ne yapacağını bilemez halde mutfakta kalakaldı.

O sırada kadın telefonunu çıkarıp babasını aradı. “Baba, Tarık’la babası kavga ettiler.

Babası onu evden kovdu.”

Diğer uçtan derin bir nefes alma sesi duyuldu. “Bu adam deli mi? Tarık tertemiz bir çocuk.

İçkisi yok, sigarası yok, hırsızlığı yok, ot içmiyor. Daha ne istiyorsunuz bu çocuktan?”

Sesinde kızgınlık ve şaşkınlık vardı.

Kadın, sessiz bir nefes alarak, “Tarık şu anda evden çıktı, parka gitmiş. Ne yapacağız?”

Dede duraksamadan, “Ben şimdi onu ararım. Tamam mı? Merak etme.”

Yaşlı adam, telefonuna bakarak Tarık’ın numarasını tuşladı. Birkaç kez çaldıktan sonra

Tarık açtı.

“Tarık, oğlum, nerdesin?”

Tarık’ın sesi yorgun ve kırgındı. “Dede... Canım çok sıkkın, babamla biraz atıştık.”

“Şu an neredesin oğlum?”

“Evin yakınındaki parka geldim, biraz kafa dinliyorum.”

Dede, tereddütsüz cevap verdi. “Olmaz öyle şey! Bana gel, hatta konum at. Ben gelip seni

alırım.”

Tarık’ın sesi biraz şaşkın, biraz da umutluydu. “Gerçekten gelmemi istiyor musun, dede?”

“Tabii ki istiyorum oğlum. Hadi, gelip seni alayım.”

“Tamam, dede. Bilgisayarımı da alıp geleyim. Senin evde internet var, değil mi?” diye

sordu Tarık, biraz neşeli bir tonda.

Dede hafifçe gülümseyerek, “Var tabii. Tamam, yarım saat sonra seni alırım.” dedi.

Dedesi biraz, biraz kızgın biraz kaygılı bir şekilde hemen evden indi arabasına bindi yola

çıktı. Yarım saat içinde kızının evine gelmişti. Kapının zilini aşağıdan çalınca Tarık, Nazlı ve

anneleri aşağıya indiler.

Nazlı belli etmemeye çalışarak ağlıyordu. Yanağına doğru süzülen bir damla gözyaşını

dedesi elinin tersiyle sildi. Nazlı’ya sarıldı. “Ağlama güzelim ağabey senin hasretine

dayanamaz biraz sonra ben onu getiririm,” dedi kulağına fısıldar gibi.

Nazlı bu söz üzerine biraz rahatlamıştı. Hiç konuşmadan dedesinden öptü.

Eve gelmişlerdi,“Tamam, dede.” Tarık derin bir nefes aldı. “Eşyaları koyarım da, seninle

yemek yapalım. Nohut var mı?”

“Evde haşlanmış nohut var. Bol etli bir nohut yemeği yaparız. Yanına da pirinç pilavı ve

mevsim salatası...”

Tarık hafif bir gülüşle, “Dede, pirinç pilavı yapmasak, zararlı diyorlar.” diye söze girdi.

Dede gülerek, “Oğlum, zararlı olsa Japonlar her gün pirinç yiyorlar ama gayet sağlıklılar.

Hele Japon kızları! Bizim çirkin beslenme uzmanları, onları kıskanıp çıkarıyor böyle şeyleri.

Hadi, bir şey söylesene!”

Tarık iç çekti. “Tamam, dede. Sen bilirsin.”

“Ben bilirim de, sen de bilmiyor musun? Japon kızlarının ne kadar güzel olduğunu.”

“Dede ya..”

Yemek yapılmış afiyetle yendikten sonra kolalarını içerken, Tarık biraz duraksadı. “Dede,

burada dolmuş geçiyor mu?”

“Evet, geçiyor. Niye sordun?”

Tarık içini çekerek sordu. “Bilgisayarını bırakıp gelsem mi?” sonra da aniden sesini

alçaltarak, “Ya dede, kız kardeşimi özledim. Annem nasıldır, merak ettim. Sabah onu okula

kim götürecek?” diye sordu.

Dede derin bir nefes aldı. “Tamam, anladım oğlum. Kolamızı içelim, sonra gideriz.”