ÇAĞDAŞ TÜRK ULUSU’NUN AYDINLIĞI KARANLIĞA GEÇİT VERMEYECEKTİR…

1946 seçimleri ile birlikte başlayan, Menderes ve Özal’la devam eden ve Erdoğan’la kritik bir noktaya ulaşan, Atatürk Cumhuriyeti’ni kuşatma ve laikliği zayıflatma çabaları her geçen gün daha da artmaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın din devleti özlemi içinde olduğu bilinen bir gerçektir. Şaşırtıcı olan, Milliyetçi Hareket Partisi’nin de AKP ile aynı yolun yolcusu olmasıdır.
Eğitimsiz, işsiz ve yoksul bırakılanlar kolaylıkla tarikatların ve dinci anlayışın kucağına düşebilmekte ve bu grupların yarattığı bir çeşit sadaka demokrasisi olarak ifade edebileceğimiz ve siyasi erkin desteğini de arkasına alan yöntemlerle kolaylıkla etki altına alınabilmektedirler. Seçim sonuçlarına da yansıyan bu tablonun sürekliliği soru işaretleri ile doludur. Nitekim, darbe teşebbüsü ile acı gerçek ortaya çıkmıştır.
Üretim ekonomisinin unutulduğu, verimliliğin gözardı edildiği ve kayıtlı ekonomiye geçiş çabalarının yetersiz kaldığı, sadece özelleştirme gelirleri, borçlanma ve ithalat yolu ile büyüme tercihinin kullanıldığı bir ekonomik yapı içerisinde ülke sorunlarına kalıcı ve etkin çözümler getirilmesi zor gözükmektedir.
Dar gelirli ve yoksul halk kesimlerine bu gerçekler mutlaka anlatılabilmeli ve bone(!) üzeri türban takmakla eğitimsizliğin, işsizliğin, yoksulluğun ve yolsuzluğun önlenemeyeceği öğretilmelidir. Atatürkçü düşüncenin ve laik Cumhuriyet yapısının Türkiye Cumhuriyeti’nin vazgeçilemez unsurları olduğu bıkmadan ve ısrarla ifade edilmelidir.
Yüzde doksan dokuzu Müslüman olan bir ülkede kadınların başının örtüsünün ve eteğinin boyunun siyasi istismar konusu yapılmasının affedilecek bir yanı yoktur. Yaklaşık beş yüz yıl önce Müslümanlığı kabul eden bu ülkede yaşayanlar yıllardır dini gereklerini özgür bir şekilde yerine getirirken AKP’nin yönlendirmeleri ve zorlamalarından büyük rahatsızlık ve endişe duymaktadırlar. Birlik ve beraberliğe her zamankinden daha fazla gereksinimimiz olduğu bu günlerde, toplumu cephelere ayırmanın ülkemize vereceği zarar ortadadır.
Anayasamızın 2’nci maddesinde; Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir denilmektedir. Dünyadaki Müslüman ülkelerin laik ve çağdaş tek ülkesi konumunda olan Türkiye Cumhuriyeti’ne, İmam Hatip Okulu baskısı yapmak ve toplumu bu yönde zorlamak anayasaya aykırı düşmektedir. Önceleri, Üniversitelere annelerinizin başörtüsünü getireceğiz diyerek takiyye içine giren AKP iktidarının ana sınıflara kadar dinciliği dayatması kabul edilemez. Ilımlı İslam devleti yaratma konusunda dış güçler tarafından baskı altına alındığı anlaşılmaktadır.
Son yıllara kadar Türkiye ekonomisine yağmur gibi dolar yağdıran ABD fonları ile Suudi sermayesinin Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter yapısı ile laik düzeninden son derece rahatsızlık duydukları bilinen bir gerçektir. Anayasamızda, yargı bağımsızlığı, dokunulmazlıklar, insan hakları ve özgürlükler konusunda değiştirilmesi gereken çok önemli konular varken, tüm ülkeyi Başkanlık konusuna kilitlemenin akla uygun bir yanı yoktur.
Her toplum hak ettiği şekilde yönetilir diyerek konuya ilgisiz kalmak son derece yanlıştır. Laiklik ilkesi bir defa delinirse, fiili durum yaratılarak bunun arkasının geleceği bilinmelidir. Halkın ve hukukun kararına herkes inanmalı ve güvenmelidir. Adına ne derseniz deyin, okullarımızı siyasi sömürü konusu yapan siyasi partilerimiz tarih önünde mutlaka hesap vereceklerdir.