EKONOMİDE CARİ AÇIK RİSKİ KIRILGANLIK YARATMAYA DEVAM EDİYOR

Sadece enflasyon ve para politikalarına odaklanarak ekonomik büyümeyi sağlamak ve refah seviyesini yükseltmek olanaklı değildir. Dünyanın on sekizinci büyük ekonomisine sahip olduğumuzu söyleyerek, madalyanın öteki yüzünü görmemezlikten gelerek ya da halkın dikkatini bu noktalardan kaçırarak bir yerlere varılamayacağı bilinmektedir. Ekonomik büyüklük yönünden ilk sıralardaki ülkelerle aramızda olan hacim farkı sürekli açılırken, bulunduğumuz sıra ile övünmek zaman kaybından başka bir şey değildir. Türkiye yeteri kadar üretememekte, buna karşılık tüketime hızla devam etmektedir. Türkiye, çılgın bir şekilde tüketen ve savurganlık yapan bir ülke olarak gelişmiş ülkelerin iştahını kabartmaktadır. Yetmiş altı milyon nüfusu ile büyük bir pazar olarak dikkat çekmektedir. Üreterek değil, borçlanarak büyüyen ekonomi, sağlıklı bir yapı göstermemektedir.

Dünyadaki likidite fazlasına bel bağlamak, borçlanmadan başka bir şey getirmez.   Üreterek büyümeyi bir tarafa bırakarak, cari açığınızı kapatmanın yolları da sınırlıdır. Ya kalıcı sermaye yatırımları veya sıcak para girişleriyle, ya da borçlanarak veya varlıklarınızı satarak cari açığınızı kapatacaksınız. Türkiye’deki tasarruf eğiliminin yetersiz olduğu düşünülecek olunursa, sıcak para girişleri ile ödemeler dengesini sağlamak en kolay yol olarak görülmektedir. Bunu sağlamak için de yabancılara cazip şartlar sunmak zorundasınız. Düşük kur, yüksek faiz ve vergilendirilmeyen yabancı sermaye giriş çıkış politikalarının temel amacı budur.

İhracatın artması ve enflasyonun düşük seviyelerde seyretmesi güzel unsurlardır. Ancak, sürekli kredi kullandırılarak toplumun borçlandırılması ve ekonomik büyüme aşkı, çok fazla ısınan bir ekonomik yapıyı ortaya çıkaracaktır. İhracatınızın ithalatınızdan fazla olduğu ekonomilerde borçların ulusal gelire oranının fazla bir önemi yoktur. Ancak, ihracatınızın ithalatı karşılama oranının yüzde ellilere düştüğü bir ortamda, tehlike çanlarının çaldığını duymak gerekir. Yılda kırk milyar dolar enerji faturası ödeyen bir ülkede, hala sıcak para girişinden yardım beklemek, günü kurtarmaktan başka bir işe yaramayacaktır.

Türkiye’nin, katma değeri yüksek ileri teknolojik üretimlere ve bunları dünya piyasalarında pazarlamaya gereksinimi vardır. Bunun için de yapısal reformların yaşama geçirilmesi gerekiyor. En önemli sorunumuz eğitim sistemindeki yetersizlikler ile bilim ve teknolojiye AR-GE yatırımlarının yetersizliğidir. Üniversitelerimiz dünyadaki gelişmelere uyum sağlayamamaktadır. Yıllardır hazır teknolojileri alıp kullanarak üretim yapmak, Türkiye’nin bir bilim ve teknoloji özgeçmişi kurmasını engellemiştir. Bilim ve teknolojideki ilerlemeleriyle yüz elli yıllık bir gelişme ve icatlar süreci yaşayarak bugünlere gelen ülkelerle Türkiye arasındaki farkın kapatılması güç görünmekle birlikte olanaksız değildir. İşsizler ordusu yaratan bir eğitim sisteminden çağa uygun bir eğitim sistemine hızla geçilmelidir. İdeolojik tartışmalarından bilim, teknoloji, girişimcilik ve inovasyona zaman ayıramayan üniversitelerimizde radikal değişimlere gereksinim vardır.

Ucuz ara mallar ithal ederek ihracat yapan firmalarımızın dövizli borçları hızla artmaktadır. Doğal olarak, müteşebbüsün nihai amacı kar elde etmek olduğuna göre, hangisi daha kolay ve risksiz geliyorsa o yöne doğru gidecektir. Üretimde kalite ve verimliliğin artırılmasına fazla önem vermeyecektir.

Türkiye, katma değeri yüksek ileri teknolojik ürünler üreterek ihracatını ithalatının üstüne çıkarmak zorundadır. Önümüzdeki en iyi örneklerden birisi Güney Kore modelidir. Yirmi yıl öncesinde ekonomisi bizden geride olan Güney Kore, düşük seviyeli sosyal güvenlik politikalarını bir tarafa bırakacak olursak nasıl başardıysa, biz neden başarmayalım. Nasıl ki, otomobil ihracatımızla övünmeyi hak ediyorsak, başka teknolojik ürünlerde de kendi markalarımızla aynı başarıyı yakalamalıyız. Tüm planlarımızı yirmi, yirmi beş yıl içinde Çin ve Hindistan’ın dünyanın en büyük ekonomileri olacağını düşünerek yapmalı ve ucuz emek rekabetinin aleyhimize işleyeceğini gözardı etmemeliyiz.

Teknoloji satabilmenin en önemli güç olduğu günümüz dünyasında, Türk teknolojisi kullanılarak üretilen ve dünya piyasalarında yer edinen bir markamızın neden olmadığı sorusuna verilecek yanıtlar, çözümün de kendisi olacaktır. Siyasi etkilerden uzak ve popülizm kokmayan, dış gelişmeleri göz önünde tutan, sonuçları ölçülen, objektif teşvik politikalarına gereksinim vardır. Sürekli olarak vergi ve sigorta primi affını uygulamaya koyarak bir yerlere varamayız. Eğitimin niteliği, yetersiz inovasyon, teknolojideki geri kalmışlık, yüksek girdi fiyatları ve enerji maliyetleri ile istihdam üzerindeki vergi ve sigorta yükünün ayarlanamaması, üretimdeki kalite ve verimliliği olumsuz etkileyerek rekabet gücünü zayıflatmaktadır.