Psikolog İvan Pavlov'un "Eğitim ve öğretim öngörüsüne" göre birey; aile, çevre, eğitim, işalanı ve sosyal ilişiklerinde öğrendikleri ve yaşadıkları ile şekillenerek şartlanır.
Davranışlarımız, sözü edilen faktörlerden öğrendiklerimizle şekillenir. Zamanla öğrendiklerimiz bizi çepeçevre kuşatarak ezberlerimiz haline gelir. Ezber, insanı bağımsız ve doğru düşünceden alıkoyar.
Genel olarak olayların neden ve sonuçlarını iki yoldan muhakeme ederiz.
Birincisi ve en çok kullanılanı; sosyal olayları, muhakeme yeteneğimizi üst düzeyde kullanmak yerine öğrendiklerimizle yetinerek ve önceden ezberimizi oluşturan görüşlerimiz doğrultusunda doğru veya yanlış olduğuna bakmaksızın yorumlayarak yargıda bulunmaktır.
Bu tür insanlar olasallıkları düşünmeden sonuna kadar direnir ve karşı görüştekini alt edilmesi gereken bir varlık olarak görür. Kişisel gelişim piramidinde buna tortu seviyesi denir. Toplum ise sabit fikirli olarak tanımlar. Kör dövüş şeklinde olan bu yargının sonucunda, sürekli çatışma ve artan oranda uyuşmazlık ile ayrışma oluşur.
Bu davranış sonucu iki taraf da kaybeder. Ben buna başkasının veya toplumun kaderine tahakküm yolu ile hükmetmek diyorum.
İkincisi ise olayları diyalektik bakış açısı ile değerlendirmek ve bir yargıya varmaktır. Bilindiği üzere diyalektik; karşılaşılan sonuç ile ilgili her türlü algılamayı sentez ve analizden geçirerek neden ve sonuç ilişkisi ile ifade eder.
Körü körüne inanç ve yargı yerine, olayların neden ve sonuçlarını sentez ve analiz ederek akılcı ve evrensel bir sonuca varabiliriz. Böylece her sonucun bir nedeni olduğunu bileceğimizden, sonuca değil nedene odaklanırız. Kısacası ezberci değil, sorgulayıcı olmak.
Bütün mürşit ve filozoflar ezberci değil, sorgulayıcıdır. Bilim ve yaratılıştan tarafımıza verilen duyu organları, beyin, kalp ve vicdan da bunu öngörmektedir. Duyu organlarını kullanamayan bir birey kendi yaradılışı ile çelişir. Bu ise acıklı bir durumdur.
Bize çok güzel nimetler verilmiştir. Yaratılış gereği de çok renklilik ve çeşitlilik ile varız. Bunu duyularımızı kullanarak iyi anladığımız ve anlayanların oranının % 50'inin üzerine çıktığı gün çağdaş uygarlık seviyesini yakalamış oluruz.
Bunu anlayan ve hayata geçiren topluluklar tarihte olduğu gibi büyümüş güçlü olmuşlardır. Evimizde, işyerimizde, yaşadığımız coğrafya ve ülkede; özgürlüğü, eşitliği, sosyal paylaşımı ve toplumsal dayanışmayı başarmak zorundayız.
MESİAD Yönetim Kurulu Başkanı