GELİŞMEMİŞ ve ÖZÜRLÜ DEMOKRASİ AYIBINDAN KURTULMALIYIZ

 Bir ülkede demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla uygulanması  zor gibi görünse de aslında çok da zor değildir.  Önemli olan toplumun  gerçekten istemesi, bu konuda emek sarfetmesi ve gerekirse bedel ödemeyi göze almasıdır. Eski Başbakanlardan Bülent Ecevit’in sözleriyle; “Ülkesinde demokrasinin ilerlemesini isteyen kişi, izin verilmesini beklemez”.

Konuyu Türkiye açısından ele aldığımızda işimizin daha zor ve uzun olduğunu düşünüyorum. Siyasi partilere, siyasetçilere ve Türkiye Büyük Milet Meclisi’ne güvenin alt sıralarda yer aldığı bir ortamda kendimizi daha fazla kandırmanın bir anlamı yok. Önce, sorunların çözüm noktası olarak gördüğümüz siyasetin kendisini değiştirmesi gerekiyor. Devlet ihalelerinden beslenen bir siyaset düzeni devam ettiği sürece çıkış yolu zor görünüyor.


Unutulmaması gerekir ki; olumlu duyguları zihnimizin egemen gücü olarak destekleyip geliştirmek, olumsuz duyguları ise zayıflatarak ortadan kaldırmak çok önemlidir. Kişinin kendi kendine tekrar ettiği şeye, doğru olsun ya da olmasın, en sonunda inandığı bilinen bir gerçektir. Eğer bir insan bir olumsuzluğu durmadan tekrar ederse sonunda olumsuzluğun doğru olduğunu kabul edecektir. Türkiye’de yapılan budur.


Adalet ve yargı reformundan yıllarca bahsedilir, ancak, laf üretmekten başka hiçbir şey yapılmaz. Seçim sistemindeki yüzde on barajı aşağıya çekilmeden, siyasi partiler yasasındaki genel başkanlara verilen padişahlık yetkisi yeniden gözden geçirilmeden, milletvekillerinin dokunulmazlıkları belirli konularda sınırlandırılmadan ve tüm bunlardan önemlisi, yargı siyasetin etkisinden arındırılmadan, ortaya konulacak demokrasi söylemleri inandırıcı olmayacaktır. Daha fazla özgürlük ve daha fazla demokrasi tüm yurttaşların vazgeçilemez özlemi olmalıdır.

Çağdaş demokrasinin zaafa uğradığı ülkelerde, başta insan hakları, düşünce ve ifade özgürlüğü, sosyal, siyasi ve ekonomik konularda sorunlar baş gösterir ve bu sorunlar özürlü demokrasi ile birlikte büyürler. Sorunların kaynağının yapılanma bozukluğu olduğu her zaman gözden kaçar. Sürekli değişimden bahsedilerek değişimin bir süreç olduğu ifade edilir. Aslında değişim bir süreç değil, bir karardır, kararlılıktır. Karar verirsiniz ve hemen değişim başlar.

Ne yazık ki Türkiye bu kararı bir türlü verememektedir. Bizler karar verinceye kadar dünyada ve ülkemizdeki koşullar hızla değişmekte ve Türkiye sürekli geride kalmaktadır.  Birbirleriyle takışmaktan yapısal sorunlara zaman ayıramayan siyaset kurumu, gerçek görevini ihmal etmektedir. Demokrasiye, kazanılması gereken bir batılı kavram olarak bakmak son derece yanlıştır. Demokrasiye sonradan ulaşan ya da ulaşmaya çalışan toplumlar için demokrasi, bir deneyim ve süreç sonunda erişilmiş bir değer olarak, bir yaşam biçimi olarak hedef edinilmelidir.

Demokrasi kültürünün yerleştirilmesi ve içselleştirilmesi gerekmektedir. Demokrasi, hiçbir ölçü tanımama, sorumluluk duygusundan tamamen yoksun olarak hareket etme değildir. Demokrasi ve özgürlük tüm sorunlarımızın çözüm kaynağıdır. Bilimde, ekonomide, kültür ve sanatta, sosyal ve siyasal sorunların çözümünde daha fazla demokrasi ve daha fazla özgürlük, olmazsa olmaz koşullardır. Esas olan “önce insan” kavramının ön planda tutulmasıdır. Barış, kardeşlik ve eşitlik, insana verilen değerle güçlenecektir.

Evrimin Babası Charles Darwin ne güzel özetlemiş bugün içinde bulunulan koşulları; 
Bilim ve sanat, bir kuşun iki kanadı gibidir. Bu iki kanadı kullanabilen toplumlar uçar ve özgür olurlar. Uçamayanlar ise tavuk olur... “Tavuk toplum”, önüne atılan bir avuç yemi gagalarken, arkadan yumurtalarının alındığının farkında bile olmaz”...