HALLAÇ


Büyük ihtimalle çuvalın üzerindeki yün caminin karşısındaki evlerden birinden indirilmiş ve hallaca emanet edilmişti.
‘Hayırdır?’ dedim boşları toplayan kahveci çırağına birer çay daha işareti yaparken.
‘Hallacı izliyorum’ dedi.
‘Neyine takıldın doğru söyle.’
‘Hallaçlık ilginç bir meslek’ ‘Onu düşünüyordum’ dedi önündeki gazeteye uzanırken.
‘Nasıl yani’ dedim. Çaylar gelmişti.
‘Önüne gelen yün aslında bir düzene girmiş ve aslında bir kalıp oluşturmuş ve hatta kullanıma uygun bir şekil ve hal almış.’
Deminin fazla kaçırıldığını düşündüğüm çaydan bir yudum daha aldım ‘Eee yani ama iç içe girip havasız bir hal de almış.’
‘Doğru’ dedi gazeteye göz atmaya başlamıştı. ‘Hallaç, bu bir düzen içindeki ve kullanışlı kalıba yayıyla vuruyor, yün darmadağın oluyor, içindeki toz duman birbirine karışıyor ve yayın her hamlesinden sonra yün temiz ve ferah yeni bir hal alıyor.’
‘Eeeee’
‘Görüntüde tozu dumana katıp, önündeki düzeni bozan lüzumsuz bir iş gibi’ derken çayı demli bulduğunu yüzündeki ifadeyle Akif de belli etti.
Masaların arasında dolaşan simitçiye el kaldırdım. ‘Simit yer misin?’
‘Olur’ dedi.
‘Ama hallaç olmasa ve bu yün bir kış daha, eski ve kullanışlı düzeninde kalsa kurtlanacak ve bir daha kullanılmaz hale gelecek’ dedim.
Simitçinin parasını ödemek için hamle yaptı ama müsaade etmedim ‘Nereye varacağını tahmin ediyorum’ dedim.
‘Evet’ dedi. ‘Belli bir kalıpta ve kullanışlı her düzen sürdürülebilir ve doğru bir düzen olmayabilir değil mi?’
Dikkatlice önündeki gazeteye bakarken ‘İnsanın yeri ve zamanı geldiğinde şu elindeki yayı sallayan hallacın işini üstlenmesi gerekebilir’ dedi. ‘Tabi bir de; yerleşmiş, kanıksanmış ve kurtlanacağından endişe edilmeyen bir kalıp ve düzende hallaç olmak her kulun yapacağı iş değil’
‘Ne güzel düzen var huzur var’ dedim biraz da canını sıkıp ağzında gevelediklerini daha net ifade etsin diye.
Gülümsedi. ‘O zaman ne gerek vardı Musa’ya’ diye çıkıştı. Simidin susamlarıyla oynuyordu.
Gazeteyi aldı tekrar eline. Pakistan ve Türkiye’deki patlamalar sebebiyle Avrupa’nın umursamazlığını ifade eden karikatürü göstererek; ‘ Bak’ dedi. ‘Bir şey dikkatini çekiyor mu?’
‘Avrupalılar bir yerde toplanmış basın ve dünyanın gözü orada’ ‘Diğer tarafta Pakistan ve Türkiye birbirine sarılmış baş başa ve kimsenin ilgi odağı olmadan ağlıyor’ dedim.
‘Bayraklara dikkat et’ diye haykırdı. ‘İkisinin bayrağında da hilal var.’
‘Evet de’ dedim nereye bağlayacağını anlamamıştım.
‘Akif’in ve İkbal’in hilalleri bunlar be adam’ dedi hala haykırıyordu.
‘Bu iki hallaç kendi ülkelerinde bir hilal uğruna ki bu Hilal ümmet bilinci ve İslam’dı; o kullanışlı ve yerleşmiş veya yerleştirilmek istenen düzeni dilleri ve kalemleriyle toza dumana kattılar.’
‘Bu iki hallacın memleketlileri bencil ve sömürgeci milletlerin düzenlerinin kurtlanmak üzere olduğu endişesi taşımıyorlarsa, o iki hallacın yüklediği anlamları göremedikleri hilalin gölgesinde daha çok ağlarlar’ dedi. Sakinleşmişti. Hava da kararıyordu. Hallaç işini bitirmiş yayını omzuna alıp caminin abdesthanesine doğru yönelmişti.