HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ ve YARGI BAĞIMSIZLIĞI

 Demokrasinin tüm kurum ve kuralları ile hayata geçirildiği bir Türkiye yaratabilmemiz için aşılması gereken çok zor ve uzun bir yolumuz olduğunu yadsıyamayız.  Yoksulluk, yolsuzluk, işsizlik, terör, ekonomik kriz, dış ilişkiler, sosyal ve etnik sorunlarla mücadele etmeye çalışan Türkiye’de zaman kaybedilmeye devam ediliyor. Türkiye’nin sosyal ve toplumsal dokusu göz önüne alınmadan günübirlik hazırlanan şablonların uygulamaya konulmaya çalışılması sorunları daha da ağırlaştırıyor. 
    Bugüne kadar gelinen durumu objektif bir şekilde ortaya koyduğumuz zaman, gelir dağılımındaki adaletsizliğin düzeltilmediği, hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı ilkelerinin kurumsallaşmadığı ülkelerde sorunların çözümünde başarı sağlanamadığı görülmektedir. Bölgesel ve kişisel gelir dağılımındaki adaletsizlik bir topluma yapılan en büyük haksızlıktır. Ulusal gelirin büyük bir bölümünün küçük bir azınlığın kontrolünde olması ve kullanılması, halkın çoğunluğu oluşturan kesiminde umutsuzluk yaratmakta olup, bu durum toplumsal barışın sağlanmasını engellemektedir.   
     Bununla bağlantılı olarak, toplumsal barışın sağlanmasında adalet sistemini oluşturan hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığının ilkeler ve kurallar bazında, çağdaş bir anlayışla yürütülmesi, olmazsa olmaz koşullardan en önemlisidir. Siyasallaşan yargı, sonunda kendi kendini bitirmeye mahkumdur. Hukukun üstünlüğünün ve yargı bağımsızlığının olmadığı yerlerde insan haklarını, demokrasiyi, düşünce ve ifade özgürlüğünü de bulamazsınız. Hukuk devleti ilkesi, mutlaka hukukun üstünlüğüne dayanmalıdır. Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün işaret ettiği çağdaş uygarlık düzeyine yükselebilmek, hukuk devleti ilkesinin evrensel standartlara uygun olarak gerçekleştirilmesi, geliştirilmesi ve korunması ile olanaklıdır. 
      Hukukun üstünlüğü, insanların temel hak ve özgürlüklerinin güvencesidir. Hukukun üstünlüğü, hukukun bağımsızlığını da gerektirir. Bu ikincisi olmazsa birincisinin hiçbir anlamı olmaz, sadece lafta kalır. İnsanların refah ve huzurunun temeli hukuktur. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf olan Türkiye, bu mahkemenin kararlarında çoğunlukla haksız çıkmaktan ve ceza almaktan hızla kurtulmalıdır. Medeniyetin ilk koşulu olan adaleti, en etkin, en yaygın ve en hızlı bir şekilde tesis etmek gerekir. Çünkü, geciken adalet adaletsizliktir. Yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed’in “Bir günlük adalet altmış yıllık ibadetten faziletlidir” sözü çok anlamlıdır. 
       Sürekli geçiştirilen yargı reformu Türk Milletine yapılan en büyük kötülüktür. Ekonomik yönden sıkıntı yaşayan, iş yükü altında ezilen ve kendisini sürekli siyasetin baskısı altında hisseden hakim ve savcıların tam bağımsızlığı demokrasimize katkı sağlayacaktır. Mekan, kadro, kariyer, bağımsızlık ve özlük hakları yönünden güçlü bir adalet mekanizması en kısa sürede oluşturulmalıdır. Hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığının sağlanmasında, yargılamanın üç temel direği olan savcı, hakim ve avukatın birbirlerine üstünlüğü olmamalıdır. Savunmanın vazgeçilemez kutsal bir hak olduğu gerçeği hiçbir zaman gözardı edilmemelidir.    
      Unutulmaması gerekir ki, ancak, demokratik hukuk devletleri olan ülkeler eşit kaynak dağılımı, doğru vergi ve eğitim sistemi oluşturabilirler. Demokratik hukuk devletinde şiddet ve terörle hiçbir sonuca ulaşılamayacağı açıktır.  Türkiye’nin her köşesinde daha fazla demokrasi ve daha fazla özgürlük tüm yurttaşlarımızın vazgeçilemez insan haklarıdır.
       Konfüçyüs’ün güzel bir tespitiyle yazımızı sonuçlandıralım:  Araştırma yapıldığı zaman ancak bilgi artırılabilir; bilgi artırıldığında ancak istek samimi olabilir; istek samimi olduğunda ancak akıl ıslah edilebilir; akıl ıslah edildiğinde ancak özel yaşam iyileştirilebilir; özel yaşam iyileştirildiğinde ancak aile yapısı düzeltilebilir. Aile yapısı düzeltildiğinde ancak devlet düzen içinde yönetilebilir. Devlet düzen içinde yönetildiğinde ancak dünyada barış tesis edilebilir.