Toplum bilimciler, Türkiye toplumundaki son otuz yıldaki değişimleri objektif bir gözle inceledikleri zaman, bir toplumun siyasal ve sosyal yönden bu kadar büyük bir hızla değiştirilmesinin örnek bir program olduğunu göreceklerdir. Bu programın odak noktasını teslimiyetçilik ve kadercilik oluşturmaktadır.
Değişim sona ermiş değil. Daha yapılacak çok işleri var. Mustafa Kemal Atatürk’le birlikte aydınlanma hamlesine girişen Türkiye, aydınlanma çağını tamamlayamadan hızlı bir şekilde küreselleşme aldatmacası ile tam anlamıyla emperyalist güçlerin emrine sokulmaya çalışılmaktadır.
Vatan ve bayrak sevgisini bile aşan, ekonomik ve parasal ilişkiler bozulmasın sevdasının Türkiye Cumhuriyetini iyi yerlere sürüklemediği apaçık ortada iken toplumdaki bu atalet endişe vermektedir. Tüm değerlerin önüne geçen ekonomik çıkarlar ve hazineden beslenme anlayışı tarikat, ticaret ve siyaset üçgeninde Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini gözler önünde eritmektedir. Başkanlık baskısı altında hızlı bir şekilde bölünmeye doğru giden Türkiye’de, halkın, üzerindeki ölü toprağını iş işten geçmeden atması gerekiyor.
Yandaş medya, yandaş sermaye, yandaş sendika, yandaş üniversiteler ve yandaş hukukçular tüm güçleriyle “ticaret-tarikat-siyaset” değirmenine su taşımaya devam etmektedirler. Açık olarak yandaşlık yapmak istemeyenler ise yandaşlıklarını dolaylı yollardan ortaya koymaktadırlar. En kolay yol olarak da, Cumhuriyet Devrimlerine saldırmaktadırlar.
İktidara yaranmak isteyenlerin yeni yöntemleri Cumhuriyet Halk Partisi üzerinden Atatürk ve İnönü dönemine saldırmak. Kürtçülere, irticacılara ve bölücülere televizyon ekranları ve gazete manşetleri sonuna kadar açılmış durumda. Kabul edilsede edilmese de Cumhuriyet Halk Partisi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuran ve Türkiye’yi çağdaş uygarlık yoluna sokan partidir. Herkes bu gerçekle yaşamak zorundadır. Her Türk vatandaşının Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları ile Cumhuriyet Halk Partisi’ne minnet borcu vardır.
Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün bugünün Türkiye’siyle çok bağdaşan aşağıdaki sözünü aklımızdan çıkarmadan, vatan sevgisi, bayrak sevgisi ve ulus sevgisiyle coşarak birlikte yaşamayı öğrenmeliyiz:
“Uluslar, egemenliklerini geçici bile olsa, bırakacağı meclislere dahi gereğinden fazla inanmamalı ve güvenmemelidir. Çünkü meclisler bile despotluk yapabilir ve bu despotluk bireysel despotluktan daha tehlikeli olabilir. Meclislerin öyle kararları olabilir ki, bu kararlar ulusun yaşamına giderilmesi olanaklı olmayan zararlar verebilir.”
Siyasi prim yapacağım diye topluma kin ve nefret tohumları saçanlara Cumhurbaşkanı da olsa izin vermemeliyiz. Atatürk’ü sevmeyebilirsiniz, Laik Cumhuriyet’i sevmeyebilirsiniz, Türkleri sevmeyebilirsiniz, Osmanlı Hanedanı’nın olduğu gibi Bizans aşığı da olabilirsiniz. Fakat ne olur, başka Türkiye olmadığını hiç aklımızdan çıkarmayalım.
“Gözlerimiz ne renk olursa olsun, göz yaşlarımız aynı renktir.”
18 Mart 2016