Kentte yaşayanların kentlerine sahip çıkmaları ve o kentin kendi iç dinamikleriyle sürdürülebilirliğinin sağlanması ancak yerleşiklerin bilinç düzeyinin arttırılmasıyla mümkündür.
Kentsel gelişmede birey ve topluluğun önemli bir yer tutmasından hareketle, kentlerin kimliklerinin korunarak, hizmet kapasitelerinin geliştirmesi için kentte yaşayanların; yerel yönetimlerin, sivil toplum kuruluşlarının kısaca bir kente ilişkin kararlarda söz hakkına sahip paydaşların, sorumluluklarının neler olduğu ve bu aşamada yapılması gerekenler üzerine geliştirilmiş eylem planlarına ilişkin fikirler ortaya atılmalıdır, projeler hayata geçirilmelidir.
21. yüzyıl kent yönetimlerinin ardında yatan temel felsefe, üniversitelerin, hemşehrilerin, sivil toplum örgütlerinin ve sendikalar gibi kurumsal ilgi gruplarının tek tek sayılarak kente yönelik kararlarda rol almaları beklentisine yöneliktir. Geleceğin modern kentleri bilimi kullanan, hizmetleri etkin sunan, işbirliğine açık ve girişimci kentler olarak yönlendirilmektedir.
Kentlerin sürdürülebilirlik ve yaşanabilirliği sağlama başarısında, bulundukları yerelden başlayarak bölgesel ve ulusal refah artışını desteklemelerinin rolü olduğu savunulmaktadır.
Belirtilen değişimde gelişim için elindeki insan ve doğal kaynakların kapasitesinden yararlanılması hedeflenmektedir.
Kentler, varlığı ile sosyal yaşamının temel gücüdür, örgütsel yapısı ile toplumunun destekleyicisidir ve bölgesinde yenilikçi aktivitelerle girişimciliği cesaretlendiren, sosyo-kültürel görevleriyle ekonomik istikrarın sağlanmasında dinamikliği hareketlendiren temel rolleri bulunmaktadır.
Kentler, kültürel bir yaşam yarattıkları için güçlü bir bölgesel kültürel faktördür ve somut olan ile olmayan kültürel mirası korurken zenginliğine de katkıda bulunmaktadır.
Bu unsurlar, kentte kurumsal-toplumsal sorumlulukları öne çıkarmaktadır ve eylem planlarımızda temel hareket noktasını oluşturmaktadır.
Kentleşme kavramının bir boyutu olan sosyo-kültürel unsurlar ele alındığında karşımıza kentlileşme terimi çıkmaktadır.
Kentleşme süreci içerisinde, yaşadığı kentin demografik ve ekonomik olarak kentleştiğini hisseden yerleşiklerin bu değişime ayak uydurması, kendini bu sürece ait hissetmesi, yaşayış tarzı olarak benimsemesi ve davranış biçimlerini kabullenmesi söz konusu nüfusun kentlileşmeye başladığının bir göstergesidir.
Kendisinden küçük yerleşim birimlerinde yaşayanların çoğu için fırsatlar mekânı olan kent; kendi içinde fırsatların yanında risklerin, karmaşanın, yaşanabilirliğin sorgulandığı, kalabalıklar içinde artan yalnızlığın -yabancılaşmanın ve ötekileştirmenin giderek derinleştiği ve ortak mekanda birbirinden uzak hayatların yaşandığı ve gerisinde hemen herkesin de bundan şikayet ettiği de bir mekândır.
O nedenle Kentlerde yaşam kültürünün oluşması, yerleşiklerin insanca, uygarca, barış ve huzur içinde, mutlu bir şekilde yaşamaları paydaşların bilincinin artması ile mümkün olacaktır.
Bu bilincin oluşmasında ise en büyük görev yerel yönetimlere düşmektedir. Ardından STK’lar, Demokratik Kitle kuruluşları, Mesleki ve sınai oda başkanlıkları gelmektedir.
Kente var olan bu dinamiklerin el ele verip, kent kültürünü, kent yaşamını, kentlilik bilincini yerleşiklere yaşatmalıdır.
Benim senin cebinden dolan hazine kasasından uyduruk festival ve fuarlar ile tanıtım günleri ile bu kent kültürünü oluşturmak, kentlilik bilincini arttırmak mümkün olmuyor. Olmaz da…
Bol bol Park ve çocuk oyun alanı yapmakla da bu iş olmuyor.
Bir kaldırımı 20 sene içinde 15 kez söküp yapmakla, bir çiçek peyzajını yine aynı keza 100 kez yapmakla, Bir asfaltı yine 50 kere dökmekle, bir yolu 20 kere kazmakla, tüm ağaçları ve elektrik direklerini bayrakla süslemekle, kentlilik ve kent bilinci oluşmuyor.
Kentin içinde bu hizmetleri yaparken de içine tabela asıp, “bu hizmetler sizin için” gibi ibareler koyup, içine portre resim yerleştirmekle de olmuyor.
Bu iş ayrı bir olgu ve bilgi beceri ister. Her şeyden evvel kerameti kendinden menkullerin yapabileceği ve başarabileceği bir iş olmamakla beraber, kent paydaşlarının akıl birliği yürek birliği yapması gereken bir iştir.
Bu iş eleştiriye açık olmak, geniş olmak işidir.
Bu iş, üstlendiğiniz görev gereği iş yaparken aksayan işleri, yanlış giden işleri sizlere duyuranlara kin tutarak, onlardan nefret ederek, onları yok etmek duygusu ile çalışmalar ve icraatlar yaparak olmaz.