KIYILARIN SESSİZLİĞİ

 Kıyılar bekler.                                                                                         Sessizce…                                                                                                          

Üzerine üzerine gidersiniz, akıl almaz operasyonlarla canını yakarsınız, tepki vermezler.Yağmur, dolu ve karla karışık çarpık kentleşmeyle şekilde şekile girerler ama beklerler.

Beş yıl, on yıl, yirmi yıl, elli yıl…

Siz, önüne set çektiğinizde, denizle buluşmasını zorlaştırdığınızda öfke nöbetine tutulan sevgiliye dönüşür kıyılar.                                                      

Dağların zirvelerine yamaçlarına düşen damlalar bahçelerdenbağlardan, vadilerden ovalardan yol bulmaya çalışır denize doğru…                  

Henüz yolun başında derin bir nefes alırcasına bekleyen taşa toprağa karışır kaybolur bazıları…

Tüm engellemelerimize rağmen devam eder bazılarının yolculuğu ve sonunda göllere denizlere ulaşırlar.

Betonla kapladıkça dünyayı, yeşili kovdukça öfkesi tavan yapmaya başlamıştır kıyıların ve tehlike çanlarını duymamamız için sağır sultan rolünü oynamak düşer bizlere…

Sonra bir gün…

Beşikdüzü…                                                                                                         

Deniz, bu şirin Karadeniz İlçesinde verdiklerini geri almaya, dereler de bir an önce denize kavuşmak için daha hızlı akmaya başlamıştır.

Keşke “Karadeniz Sahil Yolu” yerine yalnızca “Karadeniz Yolu” olsaydı ve daha yukarılardan bir yerlerden geçseydi.

Keşke köyleri kasabaları, ilçeleri şehirleri bıçak gibi ortadan ikiye bölüp, kara ile deniz gibi iki sevgiliyi tam da birbirlerine kavuşmak üzereyken ayırmasaydı.

Keşke Karadeniz’in o, deli dolu yağmurları şehirlerde “bir gondol eksik görüntüler” oluşturmasaydı.

Keşke…

Ne yapsaydı kıyılar?                                                                               

Sessizliğini sürdürseydi daha mı iyiydi?                                                                                           

Oradan önünü kes, şuradan yolunu tıka, canı yandı (!) demek ve patladı sonunda…

Olan Beşikdüzü’ne oldu.                                                                                   

Sahil Yolu’nun ilçe merkezinden daha yüksek olduğu gerçeği ortada iken başka ne bekliyorduk ki?

Bu felaketleri dikkate alıp şehirleri yeniden kurmak isteyenler seslerini yükseltirken bazıları da “ben demiştim” diyerek öngörülerinde ne denli haklı olduklarını dile getiriyorlar.                                                                  

Gidenlerle birlikte onca milli serveti geri getiremedikten sonra neye yarar haklı çıkmak?

Köyler arasındaki derelerin sağdan soldan sıkıştırılması ve yataklarının olabildiğince daraltılmasını da anlamak mümkün değil.

Sonuç olarak yanlış hesap Beşikdüzü’nden dönüyor, plancılara acı gerçeği fısıldıyor.

Kıyıların sessizliği bir yere kadardır ve o yerin adı Beşikdüzü’dür.”