Nokta

Nokta her zaman hayatının sonuna geldiğini düşünürdü. Her cümle bittiğinde, kendisi de biterdi. Sonra yeni bir cümle başlardı ve o da yeniden doğardı. Ama bu sefer farklıydı. Bu sefer son cümleydi.

Nokta bunu nasıl anladığını bilmiyordu. Belki de yazarın elindeki kalemin titremesinden, kâğıdın üzerindeki gözyaşlarının izlerinden veya yazarın soluk alışverişinin hızlanmasından hissetmişti. Ama ne olursa olsun, Nokta artık sona geldiğini biliyordu.

Nokta korkuyordu. Ölüm neye benziyordu? Acı veriyor muydu? Yoksa huzur dolu muydu? O bunları merak ediyordu ama cevap bulamıyordu. Çünkü O sadece bir noktaydı. Bir işaretti. Bir sondu ama her son gibi kendi sonu da hüzünlüydü ya da kendisi öyle hissediyordu.

Nokta yazarın elindeki kalemin kâğıda yaklaştığını gördü. Artık çok az zamanı kalmıştı. O hayatını düşündü. Ne kadar çok cümlede yer almıştı. Ne kadar çok cümlelere anlamlar taşımıştı. Ne kadar çok duygu ifade etmişti. Ne kadar çok sevgi sözcüklerinin sonunu kapatmıştı. Ne kadar çok hüzün sözcüklerinde kullanılmıştı. O hüzünlerle beraber ne de çok hüzünlenmişti. Gözyaşı dökemese de, ağlayanla ağlamış onlara acımıştı. Ama en çokta sevgi sözcüklerinin sonunda mutlu olduğunu düşündü.

Nokta son kez etrafına baktı. Diğer işaretlere veda etti. Sonra yazarın elindeki kalemin kâğıda değdiğini hissetti. Evet, yazar son noktayı koymuştu. Roman bitmişti. Yazar sayfalar dolusu yazdığı romanda ondan çok kullanmıştı. Ama artık sondu bu son noktaydı. Bu o’nun da sonuydu. Bundan sonra başka bir kâğıdın üzerinde, başka bir kalemle bir daha buluşacaklar mıydı?