POLİTİKA BELİRLEYİCİLER, ÜÇLER, YEDİLER VE KIRKLAR

“Ne olacak şimdi?” diye sordu.
“Ne ne olacak?” dedim, gerçekten neyi sorduğunu anlamamıştım. Akif’in dikkatinin nerede olduğunu kestirememiştim. Dikkati elindeki kitapta görünüyor gibi olsa da kulağı televizyonda ya da fark etmediğim bir detaya odaklamış da olabilirdi. Genelde bir şey ile uğraşırken başka bir şeye dikkatini verebiliyor, hiç fark etmediğiniz halde bir anı takip edip sonra hakkında yorum yapabiliyordu.
“Trump seçilecek mi?”
“Kim? Ne diyorsun oğlum?”
“Donald Trump”
“Ne diyor la bu diyorum.” “Ne biliyim la ben?” “Hem bize ne! Milyon tane dert var memleketin başında” derken dikkatinin televizyonda olduğunu anlamıştım.
“Aslında dertlerden biri de bu olmalı” dedi.
Sustum, “ballı limonlu adaçayı” diye bağıran kravatlı, iyi giyimli, borsacı kılıklı adamı izliyordum. Öğle saatleri veya iş çıkışı takım elbiseli, parlak yüzlü erkekler bazen iş arkadaşları bazense kız arkadaşlarıyla buraya gelirdi. En büyük zevkleri nargile tüttürürken akıllı telefonlarına veya notebook’larına kafalarını gömmekti.
“Adamların lider profillerine ve memleketlerindeki seçim sürecine dikkat et” “Saçmalıyor, bağırıp çağırıyor ve biri bir şey dediğinde işinize bakın bu benim kampanyam diyor.” “Bir Allah’ın kulu ne günlere kaldık gibi feryatta bulunmuyor.” “Neden?”
“Neden olacak adamların memleketinde yapılanın girişimcilik kapsamında olduğu fikri var, herkesin başkan adayı olabileceği, becerebilirse başkan da olsun görüşü var” diye yapıştırdım cevabı.
“Doğru” dedi. “Ama eksik.” “Adamlar başkanlarını içlerinden biri olarak seçtiklerini biliyor.” “Yani öyle üstün zekalı, çok iyi konuşan, uçanı vuran, kaçanı yakalayan tipler değiller.” “Olağanüstü güçleri olmadığı bilinen kimseler.” “Bu yüzden ortalama bir Amerikalı’nın yapabileceği tüm hataları yapabilir, yerin dibine sokmaya ya da göğe çıkarmaya gerek yok bilinci.” “Çünkü biliyorlar ki o sadece temsilci, işler zaten yürüyor, eşeği de bağlasan işler yürüyecek, kural var, kaide var, usul var ve bürokrasi var.” “Herkes işini yapıyor.”
“Doğru” dedim. “Biz de ya Deccal deriz ya da Allah’ın tüm sıfatlarını üzerinde toplamış diye zırvalarız.” “Lider denileni göklere çıkardığımız gibi yerin dibine de sokar; düşük profilli ya da yüksek profilli tartışmasına gireriz. ”
“O ne la?” dedi.
“Sarma” dedim. “Aromasız saf tütün, sigara gibi.” “Ama zehir gibi oluyor tadı, içilecek şey değil de!”
Devam etti; “ama bu bizde hep vardı.” “Yüceltmek, efsaneleştirmek, kutsamak, lanetlemek.” “Doğu kültürlerinin çoğunda var ve bu durum tüm dünya işlerine bulaştığı gibi siyasetlerine, devlet yönetimlerine, politikalarına hatta insan kaynağı yönetimlerine ve hatta ticari ilişkilerine dahi yerleşmiş.” “Doğu liderlerini bir gözden geçir.” “Cengiz Han’a küsen bulut; Aytmatov güzel betimlemiş. Hanın doğaüstü güçleri ve korumalarının olduğu zannediliyor” “Yavuz’un Mısır’ı fethi olayı” “Fatih’in doğumu ve İstanbul’un fethi tarihine iliştirilmiş hikayeler.” “Emevi ve Abbasi dönemlerinde uydurulmuş hadisler, olaylar, rüyalar” “Hatta Kemal Tahir’in kaleme aldığı Devlet Ana’daki Pervane karakterine çok dikkat et. Uydurduğu rüyalar ve olayları mistik, gerçek dışı bir ortama çekişi ve yorumlaması ve rüyalarından referanslar iliştirmesi. Tam bir şarklı siyaset adamı. Toplumu da yönetenin zaaflarını da iyi biliyor.” “Makulden ziyade müthiş veya mucizevi olana teveccüh gösterme geleneği.”
Araya girerek “Çünkü soyutlaştırabilmesi için toplumun eğitiminin de somuttan soyuta gelişmesi gerekir. Aynı zamanda gerçekçi hareket edip, gerçekçi yaşayabilmesi için gerçeği öğrenmesi ve gerçekle yüzleşmesi gerekir” dedim.
Nargilenin acıktırıcı ve tansiyonu düşürücü bir etkisi vardır. Hafiften başım dönüyor, midem kazınıyordu. Aslında midem kazınıyormuş; tost makinesinden yayılan sucuk kokusu ile farkına vardım. Akif de aynı durumda olduğunu hissettirir şekilde; “ne yiyeceğiz” dedi.
“Tost yiyelim” dedim. “Güzel koktu, ikişer yarım yeriz.”
“Aslında kutsamak, yüceltmek, lanetlemek insanın en ilkel yanlarından biri.” “Soyuta kafa yorup, analiz yapıp, yol haritası belirlemektense somuta inanıp, yüceltip ya da lanetleyip itaat etmek ya da tapınmak en kolayı.” “Peygamberin hicretini düşün, hacca giden gitmeyen herkes güvercin yumurtası, örümcek ağı hikayesini bilir ve mağaradaki mistik havadan ve bazen güzel kokudan bahseder. Ama ben bir kez olsun hicretin sosyolojik sebeplerini ele alıp felsefesi üzerine kafa yorup, fikren veya fiziki olarak bağımlı olduklarıyla vedalaşanı ya da ‘bir konuda hicretin gerekliliği’ şeklinde cümle kurulduğunu duymadım.”
“La sanki batı toplumları o çemberden geçmedi” derken vereceği cevabı da biliyordum aslında.
“Geçti, Montaigne denemelerinde İskender ile ilgili bir bölüm vardır; ‘ancak seviştiğimde ve uyuduğumda insan olduğumu hatırlıyorum’ der İskender. Çünkü öyle bir yüceltme ve kutsama vardır ki. Ama başlangıçtaki yere geldik yine; somuttan soyuta kavramayı sağlayan eğitim süreci. Eğitim ve sonuçlarının hayata geçmesiyle gerçekçilik ve sıradanlığın kabulü. Toplumun varlığını sürdürmesi ve sigortaların bu süreci muhafaza etmesi.”
“Sigortalar derken?”
“Vatanseverler, dahiler, politika belirleyiciler, ekonomik yönden üstün olanlar, sigorta nitelikli devlet adamları, akademisyenler, tacirler, bürokratlar, ileriyi görebilenler, vs.” “Aksi halde Fatih’in bilmem kaç dil bildiği unutulur, daha ergenlik yaşlarında iyi bir kılıç ustası olduğu es geçilir, yaşadığı çağın teknolojisi ile yetinmeyip yenilik arayışında olduğu bilinmez, atalarının İstanbul’un fethi için yaşayıp öldüğü ve Fatih’in bu hikayelerle doğup büyüdüğü gözden kaçırılır, İstanbul’u alma hedefine rağmen kontrolü kaybetmemek için kuşatmaya en büyük muhalif Halil Paşa’yı Vezir-i Azam olarak tutmakta ısrar ve devam ettiğinin üstü çizilir, başarısızlığın hissedildiği anda canını dahi unutarak hırsından atını denize sürdüğünden bahsedilmez; Akşemsettin’in rüyaları anlatılıp yorulur.” “Geçmişteki yöneticilerin bu kadar çok türbesi olduğu bir başka memleket var mı gerçekten merak ediyorum?” “Anıt ile türbe kelimelerinin her ikisinde de kapılarında İngilizce mozole yazar!”
Akşam okunuyordu. Nargileyi içmeyi bırakmış, son bardak çayları soğumaya terk etmiştik.
“Tost söyleyeyim mi” diye sordum?
“Lan oğlum bayılıyorsun bastırılmış şeylere!” “İskender dedik madem şöyle bol domates soslu tereyağlı İskender yiyelim.”