Sahip Olmak Mı, Ait Olmak Mı?

Firavun Hz. Musa’yı dar bir geçitte at arabalarından oluşan ordusu ile kovaladığı sırada artık Firavun’un baş veziri konumundaki Hegep’in arabası devrilir ve Hegep son sürat kendisine doğru gelen koca bir ordunun önüne düşer. Dizlerinin üstüne doğrulması ve orduya “dur” emri anlamında sağ elini kaldırmasıyla parçalanması arasında pek bir süre geçmez. Kral gibi yaşayan ama kral olmayan bir adamın içinde barındırdığı fakat gerçekliği olmayan “güçlü” zannının ve oluşturmaya çalıştığı algının trajikomik sonudur. Düştüğü ve aciz kaldığı durum ile yüzleşmektense “güçlü” olduğu zannı ve güç gösterisi ile hayatta kalacağına inanması. Birçoğunuza bu metafor tanıdık gelmiştir.

Geçen hafta İstanbul’da Üsküdar’da Mihrimah Sultan Camii duvar dibindeki çay ocağında oturuyorken bir adam yaklaştı. “Durumum yok ve ihtiyaç sahibiyim” dedi. Süslemedi, uzatmadı, eğilmedi, dua bile etmedi. Temiz giyimli ve 70 yaşlardaydı. Dikkat ettim ki; o çay ocağında oturan insanların çoğu bir dilenene verdiğinden çok fazla miktarda parayı adamcağıza iletti. Bizimle konudan bağımsız biraz sohbet edip çay ocağından ayrıldı. Sonra düşündüm. Adam ne kadar gerçekti ve netti. Bu istemek veya dilenmek değil dedim. Bir çeşit arzuhal diliydi.

Müteaahit bir arkadaşımın yapacağı binanın arsasında zeytin ağaçları varmış. Hatta ağaçlara zarar gelmemesi için inşaat öncesi ağaçlar vinç yardımıyla zarar görmeyecekleri alana taşınmış. İnşaat bitip, daire sahipleri binaya taşınmaya başladıktan sonra yer sahibi gelerek zeytinlerin kendisinin olduğunu ve başkalarının toplamasına müsaade etmeyeceğini söylemiş. Arkadaşım uzun uzun yerin artık kendisinde olmadığını ve daire sakinleri ile bahçedeki zeytinleri paylaşması gerektiğini anlatınca “keselim o zaman” demiş. Sahip olmadığının yaşamaya hakkı olmadığı ve hatta ait olana bir hayrının dokunmasına da müsaade etmeme bilinci. Her şeyin sahibi olduğu ve olması gerektiği fikrine kendini fena kaptırmış. Makam ve mal sahibiyse veya sahibi gibi görünürse o ordunun durması gerektiğine olan inanç, durumu yok ve ihtiyaç sahibi veya gibi görünen adamların açlıktan ölmesi gerektiğine olan inanç gibi.

“Keselim o zaman” ifadesi Firavun’un “Tanrı” olduğuna ve Hegep’i “Kral” olduğuna inandıran hastalıklı sahip olma bilincinin dışa vurumudur. Gerçeklikten ve samimiyetten kopukluktur.

Bu hastalıklı sahip olma bilinci sadece mal ve makam sahiplerinde değil mal ve makam sahibi olma hırsı ile yanıp tutuşanlarda da mevcuttur.

Birileri ait olduklarınızı hor görüyor, zamanınızı kendisinin zannediyor ve hatta sizi küçümsüyorsa bence en doğrusu gerçek ve net bir duruştur. Gerçek ve net olanın konfor alanı ait olma bilinci sınırlarındadır.

Ait olmak sahip olmaktan daha büyük bir zenginliktir. Bunun en güzel örneği yine Hz. Musa’nın seçimindedir. İçine doğduğu kitle ile ait olduğu coğrafyada yaşamayı, Tanrı veya Kral olduğunu zannedenlerden kaçarak, sahip olmaya tercih etmiştir.