Binlerce yıldır edindiğimiz, alıştığımız ve bildiğimiz ne varsa sarsıldığı bir dönemden geçiyoruz.
İddialı ve klişe bir cümle farkındayım.
Ama uzun süredir üzerine çalıştığım, okuduğum ve anlamaya uğraştığım meseleler yumağı…
Neredeyse her gece yürüyüşe çıkıyorum. Aşağıda sizinle paylaşacağım başlıklar altında bir video kaydı veya bir ders kaydı veya bir podcast ya da sesli bir kitap dinlemek için. Bu vesileyle geceleri yaşadığım ilçeyi adım adım gezme ve iyi bir süre ve ciddiyette hareket imkanı buluyorum. Ve gün içinde yine ilgili konularda bir kitap elimde oluyor ya da sosyal medyada ilgili bir makaleyi okuyor ya da mail olarak gelen dijital kaynaklara göz atıyor oluyorum.
Anlatmaya çalıştığım; pür dikkat sürecin teorisi ile ilgilenirken hekimlik yaptığım ya da birlikte yaşadığım kitleyi gözlemleme imkanım da oluyor. Günlerdir beklettiğim bu yazıyı yazmama iten sebep ise; uzun bir süredir planladığım halde izleyemediğim ve bugün izleme imkanı buluğum film; ‘PARAZİT’
Kore yapımı bu çarpıcı film şehrin bodrum katlarından birinde yaşayan çok fakir bir ailenin şehrin ferah ve havadar tepelerinde yaşayan zengin bir aile ile gelişen ilişkisi üzerine. Kimin parazit ve kimin konak olduğunun hemen anlaşıldığını düşünüyorum. Zenginlerin gözüyle; kokuları olmasa katlanılası, haddini aşmasına müsaade edilmeyen, hayatları mesai bedellerince satın alınan fakir insanlarla, fakirlerin gözüyle; zengin oldukları için kibar oldukları düşünülen, çok kolay kanan ve çok kolay manipüle edilebilen, çok ve gereksiz para harcayan ve sadece kendilerini düşünen zengin insanların hayatlarını kesiştirerek hazırlanmış bir kurgu.
Açıkçası yazının konusu bu film de değil. Konu zengin ile fakir arasında dramatize edilmiş ilişkinin dahi yok olmaya başlayacağını hissediyor olduğumun ilanı.
3 gün önce defnettiğimiz anneannemin vefatı sebebi ve dedemin ısrarı ile yakınlarını bir araya getirecek bir yemek planlandı. Pandemi sebebiyle sıcak bakmadığımı ama torun olarak üstüme düşeni yapmak zorunda olduğumu anladığınızı düşünüyorum. Yemek öncesi fiziksel mesafe, oturma planı ve iş paylaşımını tartışırken 60 yaş üzerindekilerin olan biteni anlamlandıramadığına, kızdığına ve kriz çıkardığına şahit oldum.
Ve yine 3 gün önce defin sırasında anneannemi toprağa ben indirdim. Cenazenin kıbleye doğru duruşunu sağlayabilmek için altına doğru dökülmesi gereken toprağın özelliği bilgisine dahi hakim bir bilinç ile o sırada yüzleştiğimi belirtmeliyim. Belki bin küsür yıllık bu bilincin yerleşmesi sırasında hiç gündeme dahi alınmamış ve hesaplanmamış ve olsa dahi ciddiye alınmayacak şey başıma geldi. Bir kene tarafından o sırada ısırılmışım. Gece fark ettim. Acil servis, prosedürler, protokoller, uyarılar ve endişeler.
Dün yine cenaze vesilesiyle albümler ve geçmişten günümüze fotoğraflar ortaya çıktı. Birbirine dokunan, sarılan, birlikte, kucak kucağa, dip dibe insanlar ve anılara tek tek baktım. Neredeyse tüm sosyal ilişkilerini teni, bedeni, parmakları, dudakları yani temas ederek anlamlandıran ya da hisseden baskın kültürlerin temsilcilerinin birbirleri ve doğa ile olan ilişkilerinin içinde bulunduğumuz dönemde nasıl sarsıldığını anlamaya çalıştım.
Pandemi kurallarına maruz kalan 60 yaş üstündekilerin yaşadıkları ve toprağa dokunduğumda gerçekleşen basit bir kene ısırığının krize dönüşebildiği bir dönem. Ve bu krizlerin henüz gerçekleşmemiş daha ciddi krizlerin sadece habercisi olduğunu endişe ettiğimi belirtmeliyim.
Filme dönecek olursak zengin fakir ilişkisinin temelinde iş ve hizmet alma süreçleri söz konusuydu. Filmin konusu çerçevesinde belirtmem gerekirse; insan insan ve insan doğa ilişkisinin krizler barındırmaya başladığı bu dönemin devamında zengin fakir ilişkisinde insan insan ilişkisi olmayacağını ve hatta böyle bir ilişkinin dahi gerçekleşmeme olasılığının varlığını hissettiğimi ifade etmeliyim.
“Avrupa’yı yeniden başlatmak: COVID-19 sonrası Avrupa nasıl canlanır” başlıklı mayıs ayı web seminerinde açıklanan McKinsey raporunda Avrupa kıtasında (ki İngiltere dahil) 60 milyon kişilik bir istihdam kaybı öngörülüyor. Ve bu kaybın çoğunun hizmet sektörü olarak ifade edilebilecek işlerde çalışan yeni bir eğitim ve işe erişme imkanı olmayan kitleden olacağı belirtiliyor.
Pandemi sonrası işlerini mecburen otomasyon sistemleri, dijital teknoloji ve yapay zekaya terk edeceklerle ilgili henüz bir istatistik ve öngörülmüş bir sayı ilan edildiğini duymadığımı belirtmeliyim. Önümüzdeki yıllar ve süreçte işlerini kaybetmesi muhtemel insan kaynağı ile ilgili dünya hükümetlerinin bir çalışma içinde olup olmadığından da emin değilim.
2014 yılında IOM (Uluslararası Göç Örgütü)’ne danışmanlık yapıyor ve göç politikaları çalışıyordum. 2008 ekonomik krizinde İspanya, İtalya ve Portekiz gibi Avrupa ülkelerinde istihdam kaybı gerekçesi ve düşman olarak göçmenlerin gösterildiği, milyonlarcasının bu ülkeleri terk edip memleketlerine dönmek zorunda kaldıklarını görmüştüm. Trump'ın dahi göreve gelir gelmez Amerikan Halkının istihdam kaybındaki en önemli düşmanlarının Meksika’dan gelen göçmenler olduğunu iddia ettiğini ve sınıra inşa ettirdiği sembolik duvarla bunu ifşa ettiğini biliyorsunuz.
Göçmenlere yüklenerek gerçekleşen kriz ve değişimlerin çok daha fazlasına yani pandemi şartlarına ve sürecine yüklenerek gerçekleşecek kayıp, değişim ve dönüşümlere dikkat etmenizi öneririm. Pandemi şartlarının ve/veya insan doğa ilişkisinde gelişen yeni krizlerin ülkemizde ve özellikle dünyada araçsallaştırılarak değişim ve dönüşümlere gerekçe oluşuna şahit olduğumuzu ve olacağımızı belirtmek isterim.
Harari’nin ‘istihdam edilemezler’ diye nitelediği bir nüfusun arttığını ve bu nüfusun sınıflaşarak baskın bir nicelik ama aciz bir nitelikte olacağını öngördüğünü hatırlatarak; eğitim, sağlık, çevre, üretim ve tüketim politikalarının insan insan ve insan doğa krizlerini öngörerek planlanması gerektiğini düşünenlerdenim.
Amerikan tarihinde ilginç bir hikaye vardır. Hollandalılar’ın şimdiki Manhattan’ı 1600’lü yıllarda bir kızıl derili kabileden 24 dolar karşılığında aldığı anlatılır. Dünyayı değiştirmeye yetecek milyarlarca kişiye ait kişisel veriler de bugün çok daha ucuza devlet dışındaki otoritelere sunulmaktadır. Yani aktüel bir mesele olan sosyal medya kontrolü ve dijital platformların denetimi meselesi sadece birkaç küfürlü tweet ya da uygunsuz birkaç youtube videosundan ibaret değildir. Devlet tarafından gelmekte olan görülmekte fakat etkin ve nitelikli bir tepki verildiği tartışılır durumdadır.
Son üç paragrafın, yani “istihdam edilemezler” olarak nitelenen işsiz ve işsiz kalacak nüfusun artışı, milyarlarca kişinin kişisel verileri ile dünyadaki değişime yön vermeye çalışan devlet dışı otoritelerin durumu ve bunu görüp ne yapacağını tam olarak bilemeyen devlet veya benzeri organizasyonların ahvali ve dünyanın pandemik halinin birbiri ile doğrudan ilişkisi olduğunu vurgulamalıyım.
Her bir paragraf için sayfalarca yazabilir ve her bir başlıkta saatlerce tartışabilirim. Ama bu yazının ilmi bir makale olmadığını ve de yazdıklarımı okuyacak muhataplarımın daha fazlasına tahammül edecek vakit ve sabra sahip olmadığını biliyorum.
Prof. Dr. Ahmet Arslan ve Chomsky’den alıntılayarak ve daha sonra üzerine uzun uzun yazacağım bir konuya değinerek yazıyı tamamlayacağım. ‘Son’, ‘intizam’, ‘düzen’, ‘kural ve kaide’ kavramlarının anlamlarını yitirmeye başladığı; “Dekartes, Bacon, Newton” uygarlığının kural ve kaidelerinin sarsıldığı, bilimin kesin diye nitelediklerinin dahi değiştiği ve değişmeye başladığı bir dönemdeyiz…