SUSARAK KONUŞUYORUM

 Günümüzde konuşmak, iletişimin ana ve önemli bir parçasıdır. Ancak, konuşmanın önemi kadar yerinde susmanın da önemi çok büyüktür. Atalarımız,  “Söz gümüşse sukut altındır” diyerek susmanın, konuşmaya göre daha makbul gördüğünden bahsetmişlerdir. Yerinde ve zamanında susmak, susarak cevap vermek, susarak bir şeyler anlatmak iletişimin en güzel yollarından birisidir. Bu durum zaman zaman her insanın başına gelir. Konuşarak laf anlatamadığımızda, söylenecek kelime kalmadığında, söyleyeceğimiz sözler içimize sığmadığında, kelimeler boğazımıza düğümlendiğinde,bu yolda çare ararız. 

Mevlana ne güzel söylemiş: “Ne kadar konuşursan konuş, söylediklerin karşındakinin anladığı kadardır.”

Bu yüzden, karşımızdaki insanın anlayacağı dilden konuşmaya gayret etmeliyiz.  Sade, açık ve net konuşmalı, sonuç odaklı anlatım yapmalıyız. 

Bazen en doğru olanını yapıyor ve susuyoruz. Susarak konuşuyor, susarak anlaşmaya çalışıyoruz. Bu durumda sadece gözlerimiz ve yüreklerimiz konuşuyor. Susarak anlaşmak kolay ve doğru bir yol değil. Her insan bunu yapamaz. Susarak konuşmak, büyük beceri ister. Mesela erkekler susmayı fazla beceremez. Susarak konuşmaya en çok başvuranlar, şüphesiz kadınlardır. Erkekler genellikle kadınların çok konuşmasından şikayet ederler. Ancak, kadınlar konuşmasını bildikleri gibi susmasını da bilirler. Fakat bir kadının susması, konuşmasından daha tehlikelidir. Susarak konuşan kadın, mutlaka sıkıntı içerisindedir. Haksızlığa uğramış, acı çekiyordur. 

Türk sinemasının efsane ismi Şener Şen’in “Eşkiya” filminde ki kadın başrol oyuncusu, sevda çektiği eşkıya için ve uğradığı haksızlık karşısında 35 yıl susmuş, neredeyse konuşmayı unutmuştur. 35 yıl sonra sevdalısı eşkıyayı karşısında görünce, tekrar konuşmaya başlamış ve tepkisine son vermiştir. 
Eşkiyanın yeniden gideceğini öğrendiğinde de, tekrar susma grevine girmiştir.

Cemal SÜREYYA, kadın ve susmak  hakkında; 

“Kadın susarak gider” 

demiş ve bu konuyu çok güzel özetlemiştir: Bedeni ile ortamda bulunan ama ruhu ile başka yerlere göç etmiş bir kadın vardır. Yemek yemeden, su içmeden yaşayan, çalışmadan ayakta duran, kafasında sadece susmak ve gitmek olan bir kadın… Kadının kavgası ve çığlıklarından şikayet etmemek ve korkmamak gerekir. Çünkü kadının gidişi, yaradılışına özel sessiz ve asildir. 

Sizlerle, susmak ile ilgili güzel bir hikaye paylaşacağım.  

SUYU TAŞIRMAYAN GÜL YAPRAĞI

Dergahın kapısı hikmeti arayan herkese açıkmış. Dergaha, ilahi güzelliklerin peşine düşen, ilahiyatı gerçekten isteyen herkes kabul edilmekteymiş. Dergahta geçerli olan incelik, müridlerinanlatmak istediklerini, konuşmadan açıklayabilmeleriymiş. 

Bir gün dergahın kapısına bir yabancı gelmiş. Yabancı, kapıda öylece durmuş ve beklemiş. Bu kapıda sessizce ve sezgiyle buluşmaya inanıldığından, kapıda herhangi bir tokmak veya zil yokmuş. Bir süre sonra kapılar açılmış, içerdeki müridler, kapıda duran yabancıya bakmışlar. Bir selamlaşmadan sonra sözsüz konuşmaları başlamış. Gelen yabancı dergaha girmek, fikir halkasına dahil olmak, burada kalmak istemiş. Kapıyı açan mürid bir ara kaybolmuş, sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla geri dönmüş ve bu kabı yabancıya uzatmış.Mürid elindeki dolu su kabıyla, şunu demek istemiş; Dergahımız yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doludur.

Bu durum karşısında yabancı, dergah bahçesindeki güllerin yanına gitmiş, güllerden bir gül yaprağını alarak kabın içindeki suyun üstüne bırakmış.  Gül yaprağının suyun üstünde yüzdüğünü ve suyun bir damla dahi taşmadığını gören mürid, saygıyla eğilmiş ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye almış. Bu olay karşısında; “Dergahta suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardır ” denilmiştir. 

Kızıyorsam Değil, Susuyorsam Bitmiştir…

Sevgiyle Kalın…