TÜRKİYE’DEKİ EĞİTİM SİSTEMSİZLİĞİ

 Özellikle, son çeyrek yüzyılda Türkiye’deki eğitim sistemindeki temel sorunları çözme noktasında, sekiz yıllık zorunlu eğitim uygulaması dışında, (ki, onu da yok ettiler) bilimsel, çağdaş ve ileriye dönük adımların atılamaması, eğitim sistemimizi adeta yap-boz tahtasına çevirmiştir. Yıllarca Meclis’te çoğunluğa sahip iktidarın da eğitimin temel özelliklerini daha da geriletme çabaları, eğitim sisteminin dinsel temalara ve imam hatip okullarına kilitlenmesine neden olmuştur.

 Patlayan nüfus ve katlanan sayılarla eğitim tabana yayıldıkça niteliğinin düştüğü ve eğitim reformları ertelendikçe sorunların giderek büyüdüğü sürekli gözardı edilmektedir. Bunun sonucu olarakta okullarımız öğreten, geliştiren, araştıran, hayata hazırlayan ve ilim-irfan sahibi yapan kurumlar olmaktan çıkıp, sadece diploma veren kurumlar haline gelmektedirler. Elbette, bu değerlendirmemiz tüm eğitim kurumlarımız için geçerli olmayıp, çoğunluğu ifade etmektedir. Okuma çağına gelmiş fakat ekonomik olanaksızlıklar nedeni ile okuyamayan çocuklar, kalabalık sınıflar, her geçen yıl artan derslik ve öğretmen açıkları ile altyapı yetersizlikleri, öğretmenlerin, öğrencilerin ve anne-babaların önünde yine büyük bir sorun ve sıkıntı olarak durmaktadır. Türkiye’deki eğitim sistemde, eşitsizlik ve adaletsizliklerin belirlemesine izin vermemek gerekir.

  Türkiye’de, temel eğitime başlamak ve sadece devam etmek diploma almak için yeterli olmaktadır. Sınıfta kalmanın olmadığı bir sistem, herhalde, dünyanın başka bir ülkesinde yoktur. Zaten, siyasal iktidarlar tarafından da sürekli eğitim afları çıkarılarak, ilköğretim veya lise diploması almak oldukça kolaylaştırılmaktadır. Öğrenmenin ve üniversiteye hazır hale gelmenin Milli Eğitim Bakanlığı için bir önemi yok gibi görünmektedir.

  Durum böyle olunca da, sürekli değiştirilen ve siyasal amaç taşıyan eğitim sistemi, sürekli kan kaybeden sistemsizlik olmaktadır. Siyasal iktidarın, yozlaştırmak ve bozmak için çok gayret ettiği bazı fen liseleri ile anadolu liseleri ve özel okulların kaliteli eğitim için direnmeleri, yüreğimizi az da olsa rahatlatmaktadır. Okul yöneticisi olabilmek için ya din dersi öğretmeni olmak ya da imam hatip lisesi kökenli olmanın temel kıstas alındığı bir Milli Eğitim yönetimi ile çağdaş bir eğitim sistemine kavuşmak çok zor gözükmektedir. Elbette, ilköğretim öğrencilerine ders kitaplarının parasız dağıtılması önemli bir gelişmedir. Ancak, eğitimdeki fırsat eşitliği ile bilgiye ulaşmadaki fırsat eşitliğini sağlayamadığımız ve genel bütçeden eğitime ayrılan payı arttırmadığımız sürece, alınan önlemlerin ve yapılan düzenlemelerin bir önemi kalmayacaktır.   

  Ödeneksizlik içerisinde kıvranan üniversitelerimizin sorunları, Yüksek Öğrenim Kurumu’nun (YÖK) antidemokratik yapısı ve uygulamaları ile daha da artmaktadır. 12 Eylül’ün cunta döneminden miras kalan YÖK’ün yapısı derhal değiştirilmelidir. Bu değişikliği sadece imam hatip liselerinin katsayı sorununu aşma konusuna indirgeyen siyasal iktidarın da bu saplantısından vazgeçmesi gerekir. Demokratik ve çağdaş bir yapıya kavuşacak YÖK’le birlikte üniversitelerimizde daha bağımsız ve verimli yönetimlerine kavuşacaklardır.

  Bilimsel araştırma ve geliştirme olanakları ellerinden alınan devlet üniversitelerimizin özel vakıf üniversiteleri ile yarışması güç görünmektedir. Altyapısını hazırlamadan Türkiye’deki üniversite sayısını arttırmak, faydadan çok zarar getirecektir. Her lise mezununu üniversiteye devam zorunluluğunda bırakan mevcut sistem Avrupa Birliği ölçülerinde değiştirilmelidir.

 Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözü de hiçbir zaman akıllardan çıkmamalıdır. Atatürk: “En güvenilir yol gösterici bilimdir!” diyor ve ekliyordu, “Bilim çeviriyle olmaz araştırma ile olur.”