UNUTAMADIM SİZİ ÖĞRETMENİM

İlkokul öğretmenim Ahmet Sarıgül’e…

Bu içli bir hatıradır. Bir öğretmenden unutamadığı, unutamayacağı bir öğretmene adanmıştır. Bir yanı saygıdır, bir yanı acıdır. Ama en çok kavurup kül eden bir özlemi içinde barındırır.

Bir Eylül günüydü.
Yaz bitmişti. Oyun arkadaşlarım okula kaydoluyorlardı. “Beni de kaydet okula” dedim babama. Tamam dedi.
Ve yürüdük. Çorapsız ayaklarımla üstten delikli lastik ayakkabılarımla, yeni bir dünyaya adım atıyor olmanın heyecanıyla, gözümde büyüttükçe büyüttüğüm tek katlı taştan okulun kapısından girdik. Küçük seneye gelecek dedi müdür.
Ağladım. Haftalarca kapı önünden izledim siyah önlükleriyle okula giden mahalle çocuklarını. Nereden bilecektim o yıl okula kaydolmamamın ömrüm boyunca unutamayacağım insanla tanışmama sebep olacağını.

Hafif sarıya kaçıyordu saçlarınız. Bizim ürkekliğimize inat güven veriyordu bakışlarınız. İlk günden biz sizi, siz bizi kazanmıştınız.
Elinizde tahta bavulunuz, tepelerin yamacına kurulu köyümüzde teneke yamalı sınıf kapımızdan içeri girdiğiniz anda bize armağan olmuştu varlığınız.
Tebeşirli elleriniz, gençliğiniz, sevdikleriniz, geride bırakıp geldikleriniz, siyah beyaz albümünüzdeki soluk resimleriniz neyiniz varsa hep bize adadınız.
Bizim için ne gemiler yakmıştınız. Bizim için ne hayallerinizi ertelemiştiniz. Bizim için ne umutlarınızı sulara atmıştınız.
Köyde kalıyordunuz öğretmenim. O kocaman yüreğinizle o küçücük lojmana nasıl da sığardınız. Her an bizim hayatımızdaydınız. Öyle paydos olunca bizden ayrılmazdınız. Kimi zaman sokaklarda bizimle koşar, kimi zaman oyun alanlarımızda bizimle oynardınız. Akşamları evlerimize gelirdiniz habersiz bizi yoklardınız. Utanırdık oturmazdık aynı odaya ama öğretmenim sanmayın biz sizden uzaklaşırdık. Kapı deliğinden sırayla sizi izlerdik. Biz size hayrandık.
Hiç unutmadım sizi unutamadım öğretmenim.

Öğretmen güler miydi?
Öğretmen koşar mıydı?
Öğretmen ağlar mıydı?
Bütün önyargıları, bütün duvarları, bütün engelleri hep siz yıktınız. Güldünüz, koştunuz, ağladınız.
Siz konuştunuz biz okulu sevdik, siz konuştunuz biz okumaya yemin ettik, siz konuştunuz biz zorlu hayat yolunu adım adım geçtik.
Doğruyduk, çalışkandık. Öğretmenim, siz bizi hep mutlu da ettiniz.
Yıllar geçti, dökülen sonbahar yaprakları gibi döküldü takvim sayfaları.
Bir Mayıs günü yabancı bir adamla girdiniz sınıftan içeriye. Ben gidiyorum dediniz. İşte yeni öğretmeniniz dediniz.
Tıpkı babam gibi sarıldınız hepimize. Tıpkı annem gibi ağlıyordunuz.
Ve elinizde aynı tahta bavulunuz köyün toprak yolundan usul usul yürüyüp gittiniz.

Gidişinizle üzdünüz, ağlattınız, sizsiz kalan bu köyde kahrolduk hepimiz.
Şimdi uzaklardasınız. Kim bilir nerede, hangi şehirde, hangi okuldasınız. Artık dönmeyeceksiniz biliyorum. O samimi, o içten gülüşlerinizle konuk olmayacaksınız artık kerpiç duvarlı toprak damlı evlerimize.
Siz gideli gözüm yaşlı, içimde kapanmak bilmeyen bir yara.
Ben hiç büyümeseydim, siz hiç gitmeseydiniz, ben 11 yaşında kalsaydım siz ilkokul öğretmenim olsaydınız hala.
Kalmadı ne çocukluğumdan ne de çocukça tutkularımdan eser. Bir adınız kaldı bırakıp gittiğiniz kadar kalan yüreğimizde, bir de şen kahkahalarınız tek katlı taştan okulumuzun sınıflarında. Dün gibi durur iziniz hala kara tahtalarda.
Biliyor musun öğretmenim. Artık ben de öğretmenim. Beni okuttuğunuz binada ayak bastığınız her yerdeyim. Nereye baksam nereye yönelsem hep siz çıkıyorsunuz karşıma. Hangi öğretmeni izlesem siz gelirsiniz aklıma.
Öğretmenim, gülmeyi de ağlamayı da, sevmeyi de kızmayı da ben sizden öğrendim.
Ben sizim.
Ben sizin eserinizim.
Ben sizi hiç unutmadım, unutamadım öğretmenim.