Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarihinin en sorunlu dönemini geçiriyor. İçte ve dışta sorunlar bir türlü bitmiyor. Fırsatlar ve tehditler yanyana ilerliyor. Fırsatlar coşkuyu, tehditler ise kaygıyı besliyor. Her ikisinin de nedeni değişimdir. Önyargılı davranıp fırsatları değerlendirememek tehditlerin önünü açar.
Güncel bir örnek verecek olursak, Türkiye’nin ticari önceliklerini öne alıp bulunduğu bölgedeki tüm başkentlerle iyi geçinmeyi hedefleyen akıllı politikalara yeniden yönelmesi durumunda, bölge ülkelerini bir ortak ticaret bölgesi fikri etrafında toplamak için bundan iyi fırsatı yakalayamaz. Hiç aklımızdan çıkarmamız gereken düşünce şu olmalıdır: Türkiye, toplumsal dokusu itibariyle bu sıkıntılı günleri aşacak potansiyele sahiptir. Yeter ki, demokrasi kuralları içinde yönetilsin.
Mevlana Celaleddin-i Rumi ne güzel söylemiş:
Ne yaptın da sana dönüşünü görmedin?
Ne ektin de ektiğini biçmedin?
Eylemlerin ruhundan ve bedeninden doğar.
Çocuğun gibi sonra gelip eteğinden tutar.
Başarmak emek ve sabır ister. Dünyaya bir kere geliyoruz ve hayallerimiz, hedeflerimiz olmadan pusulasız bir gemi gibi ilerlemeye devam etmek yerine, doğru bir hedef belirleyip adil, barış ve refah içinde bir toplumsal düzene doğru koşmalıyız. Böyle bir düzenin birileri tarafından size verilmesini beklerseniz havanızı alırsınız. Unutmayalım ki, hedefe ulaşmanın en önemli kısmı karar vermek ve istemektir. İstediğinizi aldıktan sonra onu hala istemelisiniz.
Hayattan herkesin bir beklentisi vardır. Beklenti ise herkesin hayatında bir yerlerdedir. Bugün hayatımızın geri kalan kısmının ilk günüdür. Nasıl bir gelecek istediğiniz size bağlı. Bu bir seçim. Hayata anlam katmak, onu verimli kılmak sizin elinizde. Hiç kimse içindeki coşkuyu kaybetmiş bir insan kadar yaşlı olamaz. Kimsenin umudunuzu sizden söküp almasına izin vermeyin.
Olumsuzlukları yok etmek, güzel bir dünya kurmak için mücadele edecek gücümüz, kararlılığımız, inancımız ve vicdanımız olsun. Şartlar ne kadar zorlu ve eldeki olanaklar ne kadar sınırlı olursa olsun umutsuzluğa düşmeye zamanımız yok!
Kısa bir öyküyle bitirelim:
Bir ilkbahar sabahıydı. Güneş, pırıl pırıl altın ışıklarını yer yüzüne yolluyordu.
Bu ışınları gören kozalardan o sabah beyaz bir kelebek çıktı. Çok büyük ve tül gibi ince bembeyaz kanatları vardı. Birden kendini bir bahçenin çiçekleri arasında buldu. Önce keşif uçuşuna çıkıp bahçeyi dolaştı. Sonra dinlenmek için kırmızı bir güle kondu.
Dinlenirken, kanatlarını dikleştirip birleştirmişti. Etrafına baktı. Doyasıya yeşilliğe daldı saatlerce seyretti…
Dinlenmişti. Şimdi dolaşma vaktiydi, yaşamalıydı, önünde uzun zamanı vardı. Ağaçlara uçtu. Çiçeklere kondu. Mutluydu, özgürdü. Herkes ona bakıp “ne güzel” diyordu. Akşama kadar çiçekten çiçeğe, daldan dala uçup durdu. Güneş batarken bir garip his kapladı içini, artık öğrenmişti.
Sadece bir günlük olan ömrü bitmişti. Son bir kez etrafına baktı. Batan güneşe daldı. Ve bir daha hiç uyanmadı…