Yerel yönetimlerde, merkezi denetimin azaltılması, kaynak artışının sağlanması, yerel temsil ve katılımın özendirilmesi gibi önlemler, “demokratik ve etkin yönetim birimleri”nin güçlenmesini sağlayacaktır.
Bir hizmeti üretmek için, yalnızca tek bir yol yoktur. Kentlerimizin yönetilmesinde ve kent halkına hizmet sunulmasında başarılı olmanın, bilgi ve deneyimlerin paylaşılmasından geçtiği unutulmamalıdır. Hizmet sunulmasında esneklik, yerel yönetimde arzulanan bir özellik olmalıdır ve gereksinimler ve istekler değiştikçe, hizmetlerin de değişikliklere ayak uydurması gerekir. Belediyelerde alternatif hizmet sunumları önemsenmelidir.
Kentsel hizmetlerin alternatif yöntemlerle sunulması, oldukça geniş bir yelpazeye yayılan kişi ve kuruluşları içermekle birlikte, bu konudaki ağırlığın Belediye Şirketleri ile özel sektörde olduğu görülmektedir. “Alternatif” yöntemlerin genelde “özelleştirme” kavramını çağrıştırması, bu nedenledir.
Belediyelerin, belediye hizmetlerini kendi kurdukları sermaye şirketlerine, ihalesiz ve doğrudan verebilmesi maliyetleri yükselttiği gibi, denetimi de ortadan kaldırmaktadır. Çünkü, belediye şirketleri özel hukuk statüsündedir. Elbette, kamu hizmetlerinin üretilmesinde özel sektörden yararlanılması, bir yerel yönetim açısından, kent halkına temel belediye hizmetlerini sunma sorumluluğundan kaçma anlamı taşımaz.
Türkiye’de, belediyelerin, hizmetleri nasıl sunarlarsa sunsunlar kötü yönetildikleri, içinde bulundaki borç bataklığından bellidir. Esas olan, belediyeler hizmetleri ister kendi sunsun isterse özel sektöre yaptırsın, ucuz, verimli, kaliteli ve açık olarak denetlenebilir bir sistem içinde sunabilmeleridir. Belediyelerin iç ve dış borç tutarının 30 milyar dolar olduğunu düşündüğümüz zaman, özellikte Kocaeli, Ankara ve İstanbul Büyükşehir Belediyelerinin işi çok zor görünüyor. Mersin Büyükşehir Belediyesi ise bu konuda en rahat belediyelerden birisi.
Çinli düşünür Lao-Tzu’nun güzel bir sözü vardır: “Bilmediğini bilmek en iyisidir. Bilmeyip de bildiğini sanmak tehlikeli bir hastalıktır.”
Fıkra bu ya; Ali Rıza Bey, en büyük oğlunu canı sıkkın görünce sorar:
-Gene neyin var oğlum? -Tarihten yazılı olduk da baba! -Peki, sınav nasıl geçti?
-Pek iyi geçmedi babacığım. -Neden pek iyi geçmedi?
-Benim bir suçum yok babacığım. Öğretmen hep ben doğmadan önce olan şeyleri sordu.