PKK’lıların Habur’dan giriş travmasıyla başlayan, Oslo görüşmeleri ile devam eden ve Terörist Başıyla neredeyse aynı yatağa girecek kadar ileri götürülen muhabbet, oyların rengi değişince bir anda sona erdi. Halbuki, oy geldiği sürece, analar ağlamasın nakaratı ile birlikte ortalık güllük gülistanlıktı.Yüzlerce defa gözlerinin içine baka baka söylediğimiz, “silahlı terör örgütü ile müzakere edilmez, mücadele edilir” sözlerimize gülüp geçiyorlardı.Önce, terör örgütü silahlarını bırakmalıydı.
12. Cumhurbaşkanı attığı her adımda, ülke çıkarlarını bir tarafa bırakıp, önce kendi iktidarını düşündüğü için, Türkiye’nin bütünlüğünün bozulmasını hiç dert edinmiyor,kindar bir anlayışla, hırsı mantığını aşmış bir şekilde yoluna devam ediyordu. Biat kültürünü benimsemiş, neden ve sonuç ilişkilerini önemsemeyen, adeta düşünmekten korkan, başkalarının kendileri yerine de düşünmesini isteyen halk topluluğu en büyük şansı olmuştu.
HDP’nin, PKK terör örgütünün uzantısı olduğunu dünya alem bildiği gibi, HDP’ye oy veren altı milyon seçmen de biliyordu. HDP ile “Dolmabahçe Mutabakatı”nı imzalayan Hükümet, aslında bu mutabakatı PKK ile imzaladığını bilmiyor muydu? Elbette biliyordu. Nasıl ki, terörist başı dahil yaptığı tüm görüşme ve anlaşmaların arkasında PKK’nın olduğunu bildiğini gibi. Oylar geldiği sürece, HDP’yi gözü gibi koruyan ve PKK terör örgütünü görmemezlikten gelen AKP, ne zaman ki oylar HDP’ye gitti, o zaman PKK’yı hatırladı.
Peki, ne oldu da PKK terör örgütü yeniden saldırıya geçti. Anaların gözyaşı dinmez oldu. Gün geçmiyor ki, askerlerimiz ve polisimizden şehit haberi gelmesin. RTE’nin yaptığı en büyük hata, oy uğruna, silahlı terör örgütüyle pazarlık masasına oturmasıydı. Nasıl olsa, işler yolunda gittiği sürece iktidar garantiydi ve hatta başkan olma şansı bile vardı. Karşısında, kırk bin cana mal olmuş bir terör örgütü olduğunu aklına bile getirmiyordu. Bugünkü durumu hala anlayamadılarsa hatırlatmakta fayda var. “PKK terör örgütü güç gösterisine girişti.”Güç bende diyor. Anlaşılan, “analar ağlamasın” dönemini PKK iyi değerlendirmiş.
Kasım 2002’de iktidara gelen AKP, sindirilmiş, kontrol altına alınmış ve sürekli denetim ve istihbarat ağıyla, adata nefes aldırılmayan bir terörle mücadele anlayışını devraldı. Kısa süre içinde bu anlayışı değiştirerek, terörle mücadeleyi sürekli savsakladı ve teröristin yeniden palazlanmasına ve psikolojik üstünlüğü ele geçirmesine neden oldu.Bugün gelinen noktada, teröristler ellerinde kalaşnikof ve roketatarlarla, Bağdat Caddesinde gezer gibi, şehir merkezlerinde boy gösterebiliyorlar.
İktidarda kalmak uğruna Türkiye’nin geleceğini tehlikeye atanlar, yanıldıklarını anladıklarında vakit çok geç olmuş olabilir. Düşünce ve ifade özgürlüğü, hukukun üstünlüğü, çağdaş eğitim, hür basın ve ekonomik kalkınma olmadan, toplumu baskı altında tutmanın sonu yoktur. Sıkıştırılan halk mutlaka bir çıkış yolu bulur. Aynen, 7 Haziran seçimlerinde olduğu gibi.
Önemli olan, gerek yurtiçinde ve gerekse yurtdışında sürdürülebilir barış ortamının sağlanabilmesidir. Bunun için, tüm kişisel beklentiler ve düşmanlıkların bir tarafa bırakılıp, karşılıklı olarak güven unsurunu yaratabilmek gerekir. “Oy varsa, çözümde var” anlayışından vazgeçilmelidir.