Bilgi ve iletişim çağını yaşadığımız bu dönemde, küresel  ekonominin yapısındaki değişikliği kavrayan, AR-GE (araştırma-geliştirme) ve inovasyon çalışmalarına önem veren, katma değeri yüksek ürünlere yoğunlaşan, bilgi ve teknolojiyi daima ön planda tutan ülkelerin dünya ekonomisinde söz sahibi oldukları görülmektedir. Sınırlı sermaye-emek-ham madde üretim faktörlerinin yerini sınırsız olarak ifade edebileceğimiz bilgi ve insan beyni (akıl)‘nin aldığı çağımızda, hızla değişen ileri teknolojiye ayak uydurabilmek, güçlü bir altyapı ile sağlanabilir.

Dünyadaki ekonomik krizle birlikte sıkıntılı günler yaşayan Türkiye ekonomisinde sorunların günübirlik tedbirlerle aşılmaya çalışılması işleri daha da karıştırıyor. Yapısal reformların geciktirilmesi ekonomik sorunların çözümünü zorlaştırıyor. Dünyanın onsekizinci büyük ekonomisi olan Türkiye ekonomisinde gözle görülür ölçüdeki daralma reel sektörde çarkların dönmesini güçleştiriyor. Resmi rakamlara göre üçmilyon beşyüzbin, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin (TOBB) tespitlerine göre yaklaşık beşmilyon beşyüzbin işsiz umutsuz günler geçiriyor.

Talepte meydana gelen düşüşler ciroları olumsuz etkiliyor. Talebin ertelendiği bugünlerde güven unsurunun sağlanması gerekmektedir. Terörden, siyasi kavgalardan ve çekişmelerden bir türlü yüzünü ekonomiye dönemeyen iktidarın  zamanı boşa geçirmemesi gerekiyor. Çalışma çağına gelmiş olan bir insana yapılabilecek en büyük kötülük olarak görebileceğimiz o insanların işsiz bırakılmaları, vicdanları rahatsız etmektedir. Ülkemizin ekonomide birincil sorunu olarak görülen yeni istihdam alanlarının yaratılması yeni yatırımlara, yeni yatırımlar da sermayeye bağlıdır. Kendi kaynaklarınızın yeterli olmadığı durumlarda -kaldı ki, Türkiye’nin kaynakları yeterli değildir- yabancı sermaye ve kaynaklara gereksinim vardır.

Büyük sermaye, kredi avantajlarını küresel ekonomi içinde rahatlıkla kullanabilirken, KOBİ’ler gerek yeni yatırımlar ve gerekse işletme sermayelerini güçlendirmek için finans kesiminde engellerle karşılaşmaktadırlar. Bankalar en büyük müşterileri konumunda olan Hazine’nin borçlanma gereksinimlerini karşılayarak kolay ve karlı yolu seçtiklerinden reel sektöre pek yüz vermemektedirler. Enflasyondaki göreceli başarısını bütçe politikalarında gösteremeyen hükümet, bütçe açıklarını kapatma derdine düştüğünden üretime yeteri kadar yoğunlaşamamaktadır. Siyaset kokan teşvik tedbirleri yetersiz kalmaktadır. Vergi, sosyal güvenlik, enerji, faiz ve kredi destekleri artırılmalıdır. Vergi tabanının yaygınlaştırılması sürekli lafta kalmakta olup, dolaylı vergilere yüklenmek ekonomik dengeleri bozmaktadır.    

Birkaç yıl öncesine kadar bütçe disiplinindeki yüksek performansı ile övgü kazanan Maliye’nin son yıllardaki  bütçe açıkları için yapılan eleştirileri dikkatle dinlemesi gerekiyor. Özal dönemindeki “vergi alma borç al” anlayışının başımıza ne büyük belalar açtığı hafızalardan silinmiş değil. Kamu kesiminin borçlanma gereğini, dolaylı vergileri yükselterek ya da sürekli borçlanarak yerine getirmeye çalışmanın, sonunda ekonomiyi çıkmaz sokağa götürdüğünü 1994 ve 2001 krizlerinde acı bir şekilde yaşadık. Esas olan, yapısal reformları hayata geçirerek, kalıcı çözümler ortaya koyabilmektir. Bugünkü konjonktürde yaşanan borçlanma rahatlığı ekonomi yönetimini yanıltmasın. “Borç yiyen kesesinden yer” diye halk arasında güzel bir söz vardır.

Siz, yüksek faizi verip ulusal kaynakların yurtdışına akmasını göze aldığınız sürece istediğiniz kadar borçlanabilirsiniz. Geçerli olan borcun faiz oranı ile vadesidir. Osmanlı’nın dış borçlarını bile son kuruşuna kadar ödeyen Türkiye Cumhuriyetinin borç yükü altında ezilmesine izin vermemek gerekir.