Nazar değmesin (!) Türkiye’de din ve siyaset kardeş kardeş toplumu etkisi altına almaya son sürat devam ediyor. Din, siyasetten vazgeçemeyeceği gibi, siyaset de dini ayrılmaz bir parçası olarak görüyor. Şimdi bunların arasına üçüncü bir kardeş girdi: “Ticaret.” Fakat, bu kardeş hiçbir kural tanımıyor. Onun tek bir değer ölçüsü var. O da, para, para, para. “Muhteşem Üçlü” almış başını gidiyor.
Tarikatlar ve cemaatler siyasete karışmasın diyenler, ya saflıklarından böyle konuşuyorlar ya da tepkilerden çekiniyorlar. Müslümanlık Dünyası’nda, Hz. Ali ile Muaviye arasındaki “Sıffin Savaşı”ndan itibaren din siyasallaşmıştır. Türkiye’de din her zaman siyasete alet edilmiştir ve bundan sonra da edilecektir.
Din bezirganlarına yönelteceğimiz kolay bir soruyla yazımıza devam edelim: “Asırlarca bilim ve sanatıyla batının hristiyan toplumlarına örnek teşkil eden İslam Medeniyeti, nasıl oldu da batı toplumları karşısında bu kadar geri kaldı ve bir türlü az gelişmişlik zincirini kıramadı?” Aşağıdaki fıkrayı okuduktan sonra, sorunun yanıtının çok basit olduğunu göreceksiniz.
Sakallı, şalvarlı mollanın biri bir taksiye biner. Yerine yerleşince sürücüye: “Radyoyu kapat. Dinimizde müzik yasaktır. Peygamber döneminde Batı Müziği yoktu, tabii radyo da yoktu” der. Sürücü kibarca radyoyu kapatır, arabadan iner, arabanın kapısını açar ve “İnin” der. Sakallı, sürücüye sorar: “Neden?” Sürücü yanıtlar: “Peygamberimiz döneminde taksi de yoktu. İn aşağıya ve bir deve bekle.”
Türkiye’de sağcı partiler siyasette din faktörünü kullanmayı çok severler. Cahilliğin üzerine bir de çoğulculuk ve katılımcılığın olmadığı bir siyaset kültürünü eklediğiniz zaman amaçlarına kolaylıkla ulaşabiliyorlar. Bazen, işi o kadar çok ileri götürüyorlar ki, Cennet’in tapusunu bile verdikleri oluyor. Halbuki, türbe, yatır ve tekkelerde geçirilen zamanı eğitim ve bilimin gelişmesinde kullansak, teknoloji ve üretimde bu kadar geri kalmayız.
12 Eylül’ün kudretli (!) generalleri dinci yuvaları ile yurtlarını kapatmış olsaydı, bugün cemaat ve tarikatların etkisine girmemiş olacaktık. İşin üzücü tarafı, 12 Eylül’de saklanacak delik arayanların Türkiye’yi yönetiyor olması. Bir taraftan merdiven altı hocaların kendi uydurdukları yorumlarla, hadislerle ve hurafelerle zehirledikleri çocuklar, diğer taraftan VIP salonları düzenlenen camilerle İslamiyeti yozlaştıranlar varlıklarını korudukları sürece, din siyasete alet edilmeye devam olunacaktır.
Dinimizin, asıl kaynağı Kur’an-ı Kerim’den öğrenilmesi gerekir. İslam dini, insanlığa hizmet eden “bilim” ile çelişmez. Bu noktada, bilimin görevi, Yüce Allah’ın yarattığı Evren’in nasıl işlediğini keşfederek, insanlığın bu olağanüstü sistemden daha akılcı ve daha verimli yararlanmasını sağlamaktır.
Halkın dini duygularını sömürerek iktidarda kalmaya çalışanlar, hem dinimize ve hem de ülkemize büyük zarar vermektedirler. Çekin ellerinizi insanların din ve vicdan özgürlüğünden. Aşık Veysel’in söylediği gibi: “Hepimiz Bu Yurdun Evlatlarıyız.”