Türk Dil Kurumu’ndaki anlamına göre saray; “Hükümdarların veya devlet başkanlarının oturduğu büyük yapı.” Görkemli ve gösterişli bir yapıyı tarif etmek için de kullanılmaktadır. Örneğin; “Bu ev bir saray.” Nereden takıldınız bu “saray” kelimesine diye soracak olursanız, geçenlerde Mersin’de Adliye Binası’nın önünden geçerken “Mersin Adalet Sarayı” yazısını görünce, “saray” kelimesini millet olarak çok sevdiğimizi düşündüm.
Gerçekten de “Mersin Adalet Sarayı” görkemli bir yapı olmuş. Emeği geçenlere teşekkür ediyoruz. Benim gönlümden geçen o alanın yeşil alan olarak düzenlenmesiydi. Olan oldu. Bu saatten sonra yapacak birşey yok. Bu binaya göz yuman belediye başkanları, meslek odaları ve çevrecilerin de ilgisizliğini unutmamak gerekiyor. Mimar ya da mühendis değilim ama bir Mersinli olarak küçük bir eleştirimi yazmadan geçemeyeceğim. Mersin gibi yazı çok uzun bir şehirde cam giydirme cephenin kullanılması yanlış olmuştur. Devasa bina Mersin’in sıcağında sera gibi olacaktır.
Söz saraydan açılmışken Başbakan ve Cumhurbaşkanı’ndan bahsetmemek eksiklik olur. Padişahlık özentisi içinde olan Başbakan Dolmabahçe Sarayı’ndaki odasını çok seviyor. Başbakan sarayda oturur da Cumhurbaşkanı bundan geri kalır mı. O da, Yıldız Sarayı’nda kendisine kabul ve çalışma mekanı oluşturma sevdasına düştü. Sanki anneleri sarayda doğurmuş.
Ne zaman bir saray görsem, saraydakiler zevk ve sefa içinde yaşarken, saray dışındakilerin dışlanmışlık, acı ve yoksulluk içinde yaşadıklarını düşünürüm. Bu bakımdan sarayları hiç sevmem. Tarih boyunca saraylar, içindeki kral, padişah ya da sultanları ile birlikte entrika ve fitne, fesat merkezleri olmuşlardır.
Özellikle, Osmanlı padişahlarının saray entrikaları hiç bitmedi. Sonunda bu entrikalar İmparatorluğu bitirdi. Avrupa’nın Kopernik, Galileo, Monteverdi, Pascal ve Toriçelli gibi bilim adamlarıyla önemli icadlar yaptığı yıllarda, Osmanlı Saraylarında nelerle uğraşıldığı aşağıda yazılı bilgi notunda görülecektir:
“III. Sultan Mehmet, III. Murat’ın oğludur. III. Murat ise Kanuni Sultan Süleyman’ın Hürrem Sultan’dan doğma II. Selim’in oğluydu. III. Sultan Mehmet babası Sultan Murat ölünce 1595 yılında tahta geçti. Sultan Murat’ın yüz iki çocuğundan yirmi yedi kız, yirmi oğlan, babalarının ölümünde hayatta idiler. III. Mehmet, kardeşlerini öldürmeye müsaade eden kanunu uygulayarak on dokuz kardeşini idam ettirdi. Bunlardan dördünün yaşları bir hayli ilerlemişti. Ayrıca hocaları Şair Nef’i tarafından da çok özenle yetiştirilmişlerdi. Eğitilmiş bu gençlere yazık olmuştu. Şehzadelerin erginlik çağını aşmış ikisinden gebe kalan yedi cariye, denize atıldı. Sultan Murat’ın kızları başka saraylara nakledildi.”
Dilimize nereden yerleşmiş bilmiyorum ama, yargıç ve savcılarıyla, avukat ve mahkeme salonlarıyla adaletin tecelli ettirildiği bir yapının “Adalet Sarayı” olarak adlandırılmasına itirazım var. Örneğin, “Adalet Evi” ya da “Adalet Merkezi” olarak adlandırılabilir.
Not: Beş yıl önce yazdığım makalemden alıntıdır.