İnsanları birbirinden ayıran  en önemli etkenlerden birisi de yaşama bakışıdır.Çocukların hedefleri  büyüklerinkini aratmıyor.  Arada hiç mi bir fark olmaz. Olmuyor işte. Çocuk kendi hedefinin peşinde koşmuyor ki?  Çocukça hedeflerin devri kapadı. İnsanlar  bazı kavramlara hırslarını kustu.Bir tanesinin adı : “ Başarı”.Başarı da , mutluluk gibi insanların  arkasından koşmasını  seven kavramlar birisi.Mutluk ve  başarı.  İkisinin de kendisine özgü kuralları var.Başarı kesin itaatı seviyor, mutluluksa, kıymetinin  bilinmesini istiyor.

Herkese göre değişkendir başarının tanımı.Kimine göre çalışkan olmak, kimine göre zengin olmak, kimine göre ünlü, kimine göre genç kalmak... İnsanların kendilerine idol olarak seçtikleri insanlara bakıyorum da,  hepsi de toplumun önünde belli başlı alanlarda adları anılan insanlar. Hiç kimse çocuğunu parka götüren babanın mutluluğundan  ya da bir annenin çocuğuna ulaşma konusundaki başarısından  söz etmiyor. Ya da koşulları ne olursa olsun, yaşama karşı umutlarını yitirmemiş insanların başarıları kimseyi ilgilendirmiyor.


İnsanların en büyük körlüğü, gözünün önündekini görmemek. İnsan  elde ettiği hiçbir başarıyla yetirmiyor. Tabii ki yetinmemeli, ulaşması gereken yeni hedefleri olmalı. Ama bu hedef bir saplantı olup, insanı kendisinden uzaklaştırmamalı. Ben bu gerçeğin altını çiziyorum.


Geçen Pazar günü tek başıma bilmeğim , görmediğim mahalle aralarında yürüyordum. Bir ara tandırda ekmek yapan insanları gördüm. Tandır simgesi bana Bingöl’ü anımsattı. Tandıra  doğru evime gider gibi sevinçle gittim. Kayınvalide ile gelini ekmek  yapıyorlardı.Sevinçle :” Kolay gelsin “ dedim.Önce afalladılar, sonra:” Sağ ol” dediler.Ben : “ Kolaysa başına gelsin derler bizim memlekette, “ dedim. Kayınvalide :” Say ki dedim, sanki ekmek yapmasını biliyor musun? diye sordu. Ben:”Biliyorum” dedim çocuksu bir sevinçle. Kadın inanmadı. “ Hadi sen de!Ben:”Biliyorum.İzin verirseniz kanıtlayabilir ,ekmeklerinizi heder edersem de  parasını  öderim, söz,” dedim.  Kadın:” Git kızım başımdan.Sen ne anlarsın ekmek yapmaktan.Hamur umurunda mı senin, gönlünü eğlendirmek istiyorsun”. dedi.

Ben:“Teyze, beni kırıyorsun, bilmesem söyler miyim? diye sordum.  Kadınla anlaştık.Hamuru satın aldım. Tek şartla:Emekleri güzel yaparsam, paramı geri verecekti. Tandır benimdi. Tam bir  profesyonel gibi  ekmekleri yaptım. Kadının yanmış ekmekleri yanında benim ekmekler , fırın ekmeği gibi kaldı. Mutluydum. Kadını,  hayatı boyunca hiç kimse  benim kadar şaşırtamazdı, anladım.  Ben:”  Teyzeciğim,  görüntü seni aldatmasın, her insanın içinde, kendisine benzemeyen birçok yaşam vardır,dedim. Kadın  sevdi beni. Evine gittik. Ev demeye bir şahit ister.İnşaat bir apartmanın   bodrum katında ,kapısız, penceresiz bir ev.Kapılara  naylon çekilmiş. Evde kaç kişi yaşıyor sormadım.Kalabalık bir aileydi.O evin manzarasını görünce kadının niçin hamurlarını benim gibi tırnakları ojeli bir  kızın ellerine emanet etmek istemediğini  anladım.Onun geleceği benim ellerimdeydi.Onun geleceği on ekmeklik hamurdu.Ben onun geleceğini ondan daha çok anlayan bir yaşamdan gelmiştim, kadının bilmediği  gerçek buydu.


Bir haftadır hasta yatağımda onları düşünüyorum.Hayatına sınırlar çeken insanların içinde, nasıl da  kendileriyle barışık yaşadıklarını düşünüyorum...Başarı; insanın kendisiyle barışması mıdır?