Bu yazıyı yazmakla yazmamak arasında çok gidip geldim. Kalemin kudretini bildiğim gibi kalem ehlinin uğradığı zulmü ve çektiği çileyi de okuyanlardanım. Allah var şimdiye kadar yazdıklarımdan dolayı cezalandırılmadım.
Allah'tan korkmayı, adil olmayı, zulme uğrayanın yanında yer almayı, garibanı kollamayı, haksız ve uğursuza karşı dik durmayı öğrettiler bana. Maddeden önce mananın gelmesi gerektiği öğüdünü aldım hep.
Daha önce 'Ne İdüğü Belirsizlik' başlıklı yazımda tüm detaylarını anlattığım gibi; Ankara'ya atandıktan sonra acil hekimliğinden istifa edip kendimi daha farklı alanlarda yetiştirme telaşına düştüğüm sürecin sonunda uzun bir süre işsiz kalmıştım. Artık işsizlik canıma tak ettiğinde memuriyete geri dönüp memlekete yerleşmeye karar vermiştim. Toplum Sağlığı Merkezi hekimliği diğer muhatapların gözünde en az kazanan ve hekimlikte bir kıdem sıralamasına sokulacak olsa sırası sonlarda yer alan bir görevdir. İşgüzarlık yapıp projeler yazmaya, merkezde çalışanları daha verimli ve niteliklisini yapmaya motive etme çabasına girdim.
İl sağlık müdürlüğünde proje koordinatörlüğü yapmamı istediler. Kabul ettim. Bir odası, masası, bilgisayarı olmaksızın ve ciddi anlamda maddi kaybın söz konusu olduğu işin sonunda ikisi uluslararası toplamda birçok proje başarılı bir şekilde yürürlüğe girdi veya gerçekleştirildi.
Erdemli Toplum Sağlığı Merkezinde bana ihtiyaç olduğu ve memleketime hizmet etmem gerektiği ısrarı ile merkeze geçici olarak başkanlık yapmaya başladım. Toplum Sağlığı Merkezi Başkanlığı idari çerçevede bir amirlik değil aslında bir koordinatörlüktür.
Garibanın, mağdurun, mazlumun ve özellikle sahipsizlerin sigortası olma hedefiyle yeniden düzenlediğimiz merkez çalışmalarına ayak uydurmak istemeyen iş arkadaşlarımız olmadı değil. Ki bunun sonuçlarına 15 Temmuz darbe girişimi sonrası asılsız ve tutarsız iftiralara uğrayarak, neredeyse hürriyetimden olacak ciddiyette etkilenerek ve terör örgütü üyeliği ile suçlanarak katlandım.
Merkezin başkanlığını üstlendikten sonra işleyişe ayak uydurmak istemeyen, memlekete hizmet etmekten imtina eden, çevresindekilere ve muhatap olduğu vatandaşlara zulmedenleri görmezden gelmem ya da sessiz kalmam konusunda defalarca birbirinden farklı gerekçelerle siyasiler, toplum önde gelenleri, bürokratlar tarafından arandım ya da uyarıldım fakat durumu bu muhataplara açıkça ifade ettiğimde anlayışla karşılanarak görüşmelerin nezaket sınırları içinde sonlandığına şahit oldum.
Geçen akşam benzer bir telefon aldım. Ne söylediysem muhatabımı ikna edemedim. Israrı sonunda da amirime konuyla ilgili bilgi verilmesini ve görevden affımı rica ettim. Kaideler ve kurallar çerçevesinde işini yapmasını istemekten başka ortada bir durum olmamasına rağmen arkasında siyasi güç olduğunu hissettirmek ve bana daha önce en ağır şekilde katlandığım haddimi bildirme süreçlerinin bir yenisini yaşatma gayreti içinde bir personelin verdiği mücadelenin, benim başkalarının haklarını gözetmek ve meselenin ben değil vatandaşa sunulan hizmetin niteliği olduğuna ikna çaba ve mücadelemden üstün gelmesine kızıyorum. Üstün geldi de. Ki telefonun ucundakiler de bana kızdı.
Olsun. Bana göre sırf akrabası ya da yakını olduğu veya herhangi bir gerekçeyle birine sahip çıktığını zannetmek, muhatap tüm diğerlerini sahipsiz bırakmaktır. Açıkçası yalnız Allah'tan korkup ve yalnız Allah'a güvenmek gerektiğini sloganize eden ben bu akşam bir imtihana tabi oldum. Allah adil ve en doğru karar vericidir.
Aslında bu kadarı artık zor geliyor. Ama vazgeçmeyi sevmiyorum. Yunus peygamberin kıssası hayatta yol haritası edindiklerimin en önemlileri arasında. Zordan kaçarken balığın karnında okyanusun ortasında kaybolmak var. Bu yazıdan sonra da bir sürü telefon, uyarı ve belki de daha farklı şeylere muhatap olacağım. Bu hayatta kubbenin altında hoş bir seda bırakmak için önce haykırmak gerek. Bu çocuklarıma, aileme ve tüm muhataplarıma haykırış niteliğinde bir metindir.