Ülkemiz 15 Temmuz gecesi çok büyük bir felaketten kurtulmuştur. Bu kalkışmadan önce FETÖ ile ilgili söylenenleri dinlediğimde ve yazılanları okuduğumda abartılıyor diyordum. Ayrıca darbe lafları edildiğinde bu yüzyılda imkansız diyordum. Meğerse bu FETÖ, paralel devlet yapılanması değil devletin her yerine ele geçirmiş bir hastalıkmış. Öyle bir hastalık ki eğitimli ve deneyimli, üst düzeylerde çalışan bir çok kişiye akıl tutulması yaşatmış. 

15 Temmuz gecesi, 15 Temmuz Şehitler Köprüsü’nün (Boğaziçi Köprüsü) Jandarma tarafından kapatıldığını duyunca bir gariplik olduğunu anladım ama yine bir kalkışmaya ihtimal vermedim. Yaklaşık bir saat sonra bir kalkışma olduğunu öğrenince ne yapabilirim diye düşündüm. 16 Temmuz sabahında ülkemin darbe sonundaki durumunu hayal etmeye başladım: Sıkıyönetim ilan edilmiş, sokağa çıkma yasağı var. Her yerde askeri araçlar var ve askerler durdurup kimlik kontrolü yapıyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi kapatılmış. Tüm liderler, bakanlar, milletvekilleri, politikacılar gözaltına alınıyor. Tüm valiler, kaymakamlar, belediye başkanları, rektörler gözaltına alınıyor. Döviz kurları ve faiz oranları bir gecede %100 artıyor. Yabancı uyruklular ülkeyi terk etmek için havalimanları ve sınırlara hücum ediyorlar. Havalimanları ve sınırlar kapatılmış. İnsanlar panik halinde erzak stokluyorlar. Fırınlarda ekmek kalmamış, marketler boşalmış, petrol istasyonlarında petrol yok… Bu ne yazık bir film senaryosu değil Türkiye’nin getirilmek istenildiği yer.

Annem o gece yanımda idi, hemen onu uyandırdım. 12 Eylül darbesini yaşamış biri olarak o tabii ki çok endişelendi. Dolu arayanlar var. Arayanlar, un stoklayanlar, bankamatikten para çekenler, yakıt alanlar… Annem “Ne olacak oğlum, ne yapalım” dedi. “Anne, eğer darbe gerçekleşirse. Türkiye çok kötüye gider. Ne un stoklamaya, ne de başka bir şey yapmaya gerek yok. Demokrasinin yanında yer almalıyız ve demokrasi kazanmalı. Diğer alternatifi düşünmek bile istemiyorum” dedim.  Kalkışmanın başladığı ilk saatlerde hemen tepkimi sosyal medya üzerinden koydum ve “Ne olursa olsun demokrasi kazansın. Demokrasiye sahip çıkalım. Ülkem karanlığa mahkum edilmesin.” paylaşımında bulundum. Daha sonra da annem ile dışarı çıktım ve durumun sakin olduğunu gördüm. Zaten ileriki saatlerde ve sabah kalkışmanın başarılı olmadığını görünce sevindim. Demokrasi mitinglerine katılarak halkın çoşkusu ve tepkisini görünce her zaman olduğu gibi ülkem ve milletimle gurur duydum. Bu karanlık tuzak, Türk milletinin tepkisi ile engellenmişti. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın halka seslenişi ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile birlikte kalkışma önündeki dik duruşu da halkın cesaretini artırmıştır. Türk halkı canı pahasına tankın, hatta uçağın önüne göğsünü siper etmiştir. Bu, Kurtuluş Savaşı’ndan sonraki en büyük zaferlerden birisidir.

Cumhurbaşkanımız, cumhuru temsil etmektedir, Hükümet ise Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni temsil etmektedir. Şu an birlik ve beraberlik zamanıdır. Sen, ben kavgası zamanı değildir. Zaten 07 Ağustos 2016 Pazar günü Yenikapı Demokrasi ve Şehitler Mitingi’ne CHP ve MHP liderleri katılacaktır. Sayın Kılıçdaroğlu ve Sayın Bahçeli’yi de tebrik etmek lazım. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, kalkışmanın ilk başladığı saatlerden itibaren bu kalkışmaya karşı tepkisini ortaya koymuş ve 07 Ağustos 2016 Pazar günü Yenikapı Demokrasi ve Şehitler Mitingi’ne de katılacağını hemen açıklamıştır. Özlenen tablo budur.Tebrik etmek lazım. Demokrasi mitinglerini ve katılanları eleştiren küçük bir grupta gerekli cevapları liderlerden almışlardır. Eğer o mitingler olmasa idi belki de bu kişiler bugün fikirlerini beyan bile edemeyeceklerdir. Herkes eline Türk Bayrağı’nı alıp mitinglere koşmalıdır. Türkiye için, demokrasi için Cumhurbaşkanımızı ve meşru hükümetimizi desteklememiz lazımdır. Türkiye, bu hastalıklı örgütten temizlenmelidir.

Ülkemizi daha güzel günler, daha iyi bir gelecek beklemektedir. Türkiye kazanmıştır, Türk milleti kazanmıştır, demokrasi kazanmıştır.