Siz değerli muhataplarımla nitelikli ve samimi bir tanışmaya vesile olan daha önceki yazımın üzerinden uzun bir süre geçti. Açıkçası görevden alınmamın bende hissettirdiği öfke ile kaleme alacağım bir metnin nitelik olarak zayıf olması ve okuyucuyu yormasından endişe ettim.
Endişe kelimesini ve endişeli olmayı seviyorum. Hafızamı ve inancımı zinde tuttuğunu düşünüyorum. Bayramdan önce göreve iade edileceğime dair bir söylenti yayıldı. Tabi bu hakkımda iftiralar hazırlayıp isimsiz ihbarlarda bulunanları endişeye sürüklemiş olacak ki bayram sonrası yeni iftira ve karalama dilekçeleri ve ihbarları gerçekleştirdiklerini öğrendim. Yani anlayacağınız düşmanlarımda da bir endişe hakim. 
Düşmanlık. Akla ilk gelen sorunun ‘neden bu düşmanlık’ olduğundan eminim. Ben de bu günlerde buna kafa yordum. Bir konu üzerinde düşünmek için tahmin edeceğiniz üzere bu ara zamanım çok. Ve ‘neden bu düşmanlık’ sorusunun aslında bir insan için çok hayati olduğunu anladım. Bunu anlamamda da Bakara Suresinin son iki ayeti üzerine Nouman Ali Khan’ın gerçekleştirdiği tefsirin etkisi olduğunu ifade etmeliyim. 
Sadece Allah’tan korkup ve sadece Allah’a güvenip ve sadece Allah’a kul olmanın, ümmet bilinciyle ümmet için hizmet etmenin ve bu özellikte gençlerin yetişmesi endişesiyle yaşamanın düşman kazanmak için yeterli bir sebep olduğuna şahit ve muhatap olan bir peygamberin ümmetiyiz.
Asıl sorulması gerekenin; bu düşmanlığın Allah’ın emrettikleri ve bir müslümana yüklediği sorumluluklar sebebiyle mi yoksa niteliksiz gerekçelerle mi gerçekleştiği olduğunu düşündüm. Bir şehrin sahibi ya da karar vericileri olmak isteyenlerin kendilerine ve kurguladıkları ahlaksız düzene itaat etmeyenlere ve hatta bu arzu ve niyetleriyle mücadele edenlere karşı gerçekleşen düşmanlığın; aslında kaçınılmaz, olması gereken ve hatta olmadığında üzerine kafa yorulması ihtiyacı gelişen bir durum olduğunu anladım.
Personellerinden kuruma zamanında gelip zamanında çıkmalarını, mesai saatleri içerisinde yüklendiği sorumluluğu gerçekleştirmelerini, imkan ve kaynakları israf etmemelerini talep eden ve Allah’tan korkan bir idareciye; ifade edilen şartlara riayet etmemeyi hedef edinmişlerin düşmanlık beslemesinden daha doğal bir şey olmaması gerektiğine karar verdim.
Ve hatta çevremdeki örneklerden birinde, öğrencilerine sadece Allah’tan korkup ve sadece Allah’a kul olmalarını tavsiye eden, sürekli araştırıp kendini geliştiren, edindiği bilgi ve birikimleri toplum içinde anlatmaya gayret gösteren emekliliği gelmiş saygın bir akademisyene; oturduğu koltuğa tapınan niteliksiz ve kolaycı bir akademisyen olan dekanın düşmanlık beslediğine şahit oldum. 
Açıkçası bu düşünceler ve şahit olduklarım sonucunda bende; içinde bulunduğum durumdan kaynaklanan bir memnuniyet oluştuğunu fark ettim. 'Düşmanlarım olmasın’ endişesiyle yaşamaktansa Allah’ın emrettikleri ve bir müslümana yüklediği sorumluluklar sebebiyle edineceğim düşmanlarla nasıl mücadele edeceğimin endişesine düşmemin daha nitelikli bir duruş olacağını düşünüyorum. Zira bu mücadele için nitelik, inanç ve duanın vazgeçilmez olduğu aşikar. Anlaşılacağı üzere konu gene herhangi bir diploma, sertifika, takdir ya da belge beklentisi olmaksızın öğrenme arzusu taşımak ve inanarak çok çalışmak gerektiğine dayandı. Bu konu ise bu yazıyı gereğinden fazla uzatacağından konunun daha sonraki bir yazıya ertelenmesinin uygun olacağı kanaatindeyim.