2016 yılı, Türkiye ekonomisi için mal ve mali piyasalardaki sonuçlar yönünden kötü bir yıl olmuştur. Yıl içinde belirlenen makro ekonomik boyutlar büyük ölçüde tutturulamamıştır. Tutturulan hedefler için de önemli olan bu hedeflerin nasıl bir maliyetle gerçekleştirildiğidir. Merkez Bankası üzerindeki siyasi baskı nedeniyle doğru kararları alamamıştır. Cari açığın giderek artması, işsizlerin sayısının bir türlü düşürülememesi, terör, enflasyon ve bölgesel ekonomik dengesizlikler önemli sorunlar olarak devam etmektedir.

Büyük sermaye temsilcileri ile siyasal iktidarın bir türlü ağızlarından düşürmedikleri güven ve istikrar ortamının bozulmaması sözlerini nasıl anlamak gerekiyor. Kim için güven ve istikrar ortamı? Gördüğümüz kadarıyla süpekülatif kar amacıyla Türkiye piyasalarında dolaşan sıcak para sahipleri için. Türkiye’ye gelen yabancı sermaye girişlerinin yüzde 10 kadarı doğrudan yabancı sermaye olurken, büyük bir kısmı ise uluslararası finans piyasalarının yüksek oranlı finansal arbitraj getirisi için olmaktadır. İnsan kaynakları ve eğitime özel önem veren ülkelerin doğrudan yabancı sermaye çekme şanslarının daha yüksek olduğu gözardı edilmemelidir. Son üç yılda yaşanan gelişmeler Türkiye ekonomisinin yabancı yatırımcıların beklentilerine endekslendiğini göstermektedir. Bu anlayış, Türkiye’nin geleceğinde çok tehlikeli sonuçlar doğurabilir.

Güven ve istikrar sağlayıcı politikaların oy kaygısıyla bir türlü gerçekleştirilememesi nedeniyle, çalışan kesimin gelirlerinin artarak refah seviyelerinin yükselmesi mümkün olamamaktadır. Yeterli istihdamın yaratılamaması Türkiye’deki sosyal dengeleri altüst etmektedir. İşsizlerin sayısı her geçen gün artmaktadır. Yoksulluk sınırının altında yaşayanların çoğalması üzüntü vermektedir. Yolsuzluklara damardan gireceğiz diyerek işe başlayan hükümetin, bu sözlerinin arkasında duramadığı gözlemlenmektedir. Kamu harcamalarını denetim ve kontrol altına alacak yapısal reformlar yapılmadan, söylenen tüm sözler havada kalacaktır. Milli gelirin dağılımındaki adaletsizlik yürekleri sızlatmaktadır. Eğitim, kültür ve sağlık hizmetlerinden yeteri kadar faydalanamayan kesimlerin varlığının her geçen gün daha da artması halkı karamsarlığa sürüklemektedir. Niteliksiz yığınlar Türkiye’nin geleceğini ipotek altına almaktadır.

Avrupa Birliği ile yaşanan anlaşmazlık, daha fazla demokrasi ve daha fazla özgürlük umutlarını söndürmektedir. Düşünce ve ifade özgürlüğünün sınırlarının çizilememesi dünya kamuoyunda Türkiye’ye prestij kaybettirmektedir. Dincilik ve imam hatipler saplantısından bir türlü kurtulamayan hükümet, yaptığı olumlu işlerin getirisini elde edememektedir. Çoğulcu demokrasilerde ana muhalefet partisinin iktidar alternatifi konumuna gelmesi beklenirken, Türkiye’de bu ortamın yaratılamaması iktidarın işini kolaylaştırmaktadır.

2017 yılı bütçesi incelendiğinde, yeni yatırımlar ve yeni iş alanları konusunda bir umut görülmemektedir. Daha fazla vergi ve daha az ücret bütçenin temel özelliğini oluşturmaktadır. Eğitim, sağlık ve kültür yatırımları yine geri plana itilmiştir. Özelleştirme gelirlerinin Varlık Fonu’na devredilerek borç ve faiz ödemelerine ayrılması, iflas halindeki bir tüccarın malını mülkünü elden çıkarma görüntüsü vermektedir.

Gerek toplumsal dokusuyla ve gerekse tarihsel ve sosyal birikimi ile dünyadaki önemi ve yeri ön sıralarda olması gereken Türkiye bir türlü istenilen yere gelememektedir. İktidarın özel anlayışı ile Türkiye’nin temel anlayışı çeliştiği sürece de durum zor görülmektedir.