Modernleşme, çoğu zaman geçmişten kopuş ve gelenekleri geride bırakma olarak algılanır. Öyle ki, “modern insan” kimliği, köklerinden arınmış, aidiyetsiz ve yüzeysel bir varoluş biçimine indirgenir.
Oysa modern olmak, kültürü göz ardı etmek ya da onu yok saymak değildir.
Tam aksine, modernlik; geçmişin değerleriyle günümüz koşulları arasında köprü kurabilen, çok sesliliğe ve farklı kültürel birikimlere alan açabilen bir anlayış gerektirir.
Ne yazık ki, günümüzde “çok kültürlülük” söylemi, çoğu zaman “çok kültürsüzlük” söylemine dönüşmüş durumda.
Sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla birlikte kültürler arasındaki sınırlar görünürde kalkmış gibi görünüyor. Herkes her şeye erişebiliyor, dünyanın herhangi bir köşesinde üretilen bir sanat eseri birkaç saniye içinde milyonlara ulaşabiliyor.
Ancak bu erişim bolluğu, kültürel derinlik kazandırmak yerine her şeyi yüzeysel bir tüketim nesnesine dönüştürüyor.
Mesela, farklı kültürlerden beslenmek yerine, onları estetik birer aksesuar olarak kullanmak revaçta.
Doğu mistisizmini sadece egzotik bir dekor olarak görmek ya da Batı’nın entelektüel mirasını aforizmalara indirgemek gibi. Derinlemesine anlamaya çalışmak yerine, kültürel semboller ve değerler yüzeyde, tüketilip atılacak modalar hâline geliyor.
Bu durum, sadece bireyleri değil, toplumların kimlik inşasını da etkiliyor.
Geleneksel değerlerini kaybetme korkusuyla modernliğe direnenler ile modernleşmeyi kültürel köksüzlük sananlar arasında sıkışıp kalan bir toplumda, ortak bir kültürel gelişim bulmak zorlaşıyor.
Özellikle genç kuşaklar arasında, köklerinden bihaber ama “global” olma iddiasında bir kimlik anlayışı gelişiyor.
Örneğin, bir gencin kendi edebiyatını bilmeden popüler bir yabancı dizi repliğini ezbere söylemesi ya da kendi dilinde doğru cümle kuramayan birinin yabancı bir şarkının sözlerini harfiyen tekrarlaması, bu kültürel yabancılaşmanın en görünür örneği.
Oysa modern olmak; geleneksel olanı reddetmeden, onu yeniden yorumlayabilmek demektir.
Kültür bir yük değil, kimlik oluşumunda bir rehberdir.
Shakespeare okumak, Karacaoğlan’ı unutmak anlamına gelmez ya da teknolojiyle haşır neşir olmak, halk hikâyelerini eskimiş kılmaz. Gerçek çok kültürlülük, bir kültürü diğerine üstün kılmadan; her biriyle anlamlı bir diyalog kurabilmeyi gerektirir. Her yönüyle faydalanmayı gerektirir.
Bugün yapılması gereken, kültürü yalnızca bir geçmiş kalıntısı olarak görmekten vazgeçip onu yaşayan, dönüşen bir yapı olarak kabul etmektir.
Modernleşmek için köklerinden kopmaya gerek yok; çünkü derinlik kazanmayan her modernlik çabası, sonucunda bayağı bir kültürsüzlüğe doğru yol alır.
Peki, biz bu çok kültür(süz)lük döngüsünden çıkmayı başarabilecek miyiz?
Yoksa her şeyin yüzeyde aktığı bu çağda, köklerimizi unutarak sahte bir evrensellik peşinde mi koşacağız?
Bu sorulara yanıt aramak belki de en kritik aşamadır.