Polatgiller, Tiktokgiller ve Ötesi

Son yıllarda bir kalıp hâline geldi: Lüks hayatlar, gösterişli arabalar, sahte başarı hikâyeleri… Sosyal medyada pırıltılı bir dünya kurup, perde arkasında yolsuzlukla, kara para aklamayla ya da daha ağır suçlarla anılanlar.

Birçoğu yargılanıyor, hapse giriyor ama hikâye burada bitmiyor.

Cezaevinden çıktıktan sonra yine aynı gösteriye kaldıkları yerden devam ediyorlar.

Sanki hiçbir şey olmamış gibi.

Üstelik her defasında daha da pervasız ve daha da çok izlenerek. Cezaevinden kısa sürede çıkmak onlara bir madalya gibi lanse ediliyor.

Ama mesele sadece kara para aklayanlar ya da suç örgütleriyle adı anılanlar da değil.

İşin içine bir de hiçbir vasfı olmayan, canlı yayın açıp insanlardan para toplayanlar girdi. Ağzından çıkan tek cümleye anlam yüklemek zor ama kazandıkları paralar ortada.

Üstelik bu “vasıfsızlık şovu” sadece sosyal medyayla da sınırlı değil. Artık televizyon ekranlarında bile iki kelimeyi bir araya getiremeyen, aptalca tavırlarla prim yapan insanlar var. Geçenlerde bir tanesinin şu cümlelerini duydum , günde 1 saat yayın açıyorum en az 100 $ kazanıp kapatıyorum.

Bunları diyen kişinin küfür etmek dışında vasfı ! yok maalesef.

Bir tarafta yıllarca emek verip üniversiteler bitiren, geçim derdiyle boğuşan milyonlar… Diğer tarafta ise tek yeteneği dikkat çekmek olan, akıl dışı davranışlarıyla servet kazananlar. Adaletsizlik sadece mahkeme salonlarında değil; gündelik hayatın tam ortasında, üstelik ekranlardan üzerimize boca ediliyor.

Peki neden hâlâ ilgi gösteriyoruz?

Bu noktada bir durup düşünmek gerekiyor: Adaletin yarım yamalak işlediği bir düzende, suç işleyenlerin ya da vasıfsızların bu kadar görünür olması sadece onların suçu mu? Onları bu kadar parlatan, sıradanlığı bile “şova” çeviren bizleriz aslında. İzliyoruz, paylaşıyoruz, yorum yapıyoruz. Her bir “görüntüleme” yeni bir teşvik mektubu gibi.

Herkesin dilinde aynı cümle: “Nasıl oluyor da bu kadar rahatlar?” Cevap basit: Çünkü sistem, cezayı hak edene değil, güçlülere ve dikkat çekene karşı esnek. Çünkü toplum olarak suça ve saçmalığa duyduğumuz öfke, meraka ve dedikoduya yeniliyor. Onlar da bunu biliyor ve kullanıyorlar.

Burada asıl mesele, suçluların cezalarını çekip çekmemesi ya da vasıfsızların kazancından öte bir şey: Biz neyi alkışlıyoruz? Toplum olarak neyi ödüllendirdiğimizi ve neye kayıtsız kaldığımızı sorgulamalıyız. Ödüllendirdiğimiz şey “haksız kazanç” ve “boş içerik” olunca, ahlakın sesi baştan kısılıyor.

Şimdi yine aynı hikâyeyi izliyoruz. Belki bir süre sonra başka bir suçla gündeme gelecekler, belki de yeni bir skandal patlayacak. Ama bildiğim bir şey var: Biz izlemeye devam ettiğimiz sürece, onlar sahneden inmeyecek.

Ve en acısı da şu: Eğer bu kısır döngü devam ederse, bir gün çocuklarımıza “Çalış, emek ver, dürüst ol” derken bile sesimiz titreyebilir. Çünkü gözümüzün önünde haksızlık kazanmaya devam ettikçe, adalet sadece bir masal olmaktan öteye geçemeyecek.

Yeterince izlemedik mi?

Belki artık sırtımızı dönme vakti gelmiştir.

Zira gençler, bu yoldan para kazanma ve kolay yoldan ünlü olma meselesini hayatlarının merkezine almış durumdalar.