Türkiye’de demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla yaşama geçirilmesi çok zor görünse de olanaksız değildir. Onun için diyoruz ki, “Kalk, silkelen, kendine gel. Umutsuzluğa sarılma. Umut, oturup beklemek değildir; umut bozulan morallere rağmen eyleme geçmek için ayağa kalkmaktır.” Haksızlıklara uğrayacağız, yargılanacağızya da yok sayılacağız. Ama, her zaman umutlarımızı birleştirip büyütmeye çalışacağız.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en adaletsiz seçimini yaşıyor. AKP’li Cumhurbaşkanı meydan meydan dolaşıp oy istiyor. Adeta, “tüm belediye başkanlıklarını da ben yapacağım” diyor. Valiler, kaymakamlar ve müdürler AKP’nin il ve ilçe örgütleri gibi çalışıyorlar. AKP, devletin partisi olunca devlet de “PARTİ DEVLETİ”ne dönüşüyor. İktidara yakın olma gayreti çoğu zaman insanların kendisi olmasına izin vermiyor.

Sınırlı demokrasiler bile, toplumun çoğunluk tarafından yönetileceği düşüncesini reddetmez, ama çoğunluğun yönetim hakkının azınlığın temel haklarıyla sınırlı olduğunu savunur. Bu anlayışa göre, bugünün azınlığının yarın çoğunluk haline gelme hakkı vardır. Çoğunluk, başta bu hak olmak üzere, azınlığın temel hak ve özgürlüklerine saygı göstermek zorundadır. Hor görmek ve aşağılamak son derece haksız bir davranıştır.

İktidar partisinin son dönemde hukuk ve demokrasi kriterlerinden gittikçe uzaklaşan bir çizgiye kayması endişe ile takip edilmektedir. İktidarın çoğulcu bir anlayış yerine çoğunlukçu, dışlayıcı ve kutuplaştırıcı bir politikaya yönelmesi hukuk ve demokrasi ihlallerini de beraberinde getirmektedir. Siyasi kimliklerin yerini kültürel kimliklerin alması sıkıntıları daha da artırmaktadır. İşte, 31 Mart seçimlerinin, hukuk, adalet, ekonomi, adil gelir paylaşımı, hak ve özgürlüklerdeki kötüye gidişi millet iradesiyle durdurmak için çok önemli bir fırsat olduğu ve bu fırsatın en iyi şekilde değerlendirilmesi gerektiği vurgulanıyor.

AKP, her seçimde olduğu gibi bu seçimde de toplumu yönetilebilir kılmak ve kitleleri yönlendirmek adına kontrollü krizler yaratma stratejisi uyguluyor. Toplumu paralize ederek yani bireylerin kendi öz iradelerini kullanamayacak tarzda dumura uğratarak,  kısa süreli düşünce biçimleri içine hapsediyor. Tüm toplumu varoluşunu sürdürmeye ya da yok olmaya dair yaşama zorluyor.

Bitmeyen polis ve güvenlik operasyonları, tutuklamalar ve yargılamalar yanında tehdit ve şantajlar, laikliğe yapılan müdahalelerle Türkiye’yi sürekli bir kriz toplumuna çeviriyor. Sembollerle, kanaatlerle, otoriter ve milliyetçi özlemlerle kitleleri harekete geçirecek hakim siyasetini kuruyor.

Sözcü Gazetesi yazarı Bekir Coşkun durumu çok güzel özetlemiş:

Ben böyle seçim görmedim, seçim yapıyormuşuz gibi yapıyoruz…

Camiler seçim bürosu… AKP bayraklarını minareye asan da var, hoparlörlerdendurmadan parti marşı yayınlayan da… Parti toplantılarını camilerde yapmaya başladılar, bir tek imam çıkıp konuşma yapmıyor… Medya tümüyle bir kişinin emrinde, “Talimat verdim, barajları gösterin” diyor, açıyorsunuz spikerin suratı baraj…


Bir cumhurbaşkanı her ilde, her ilçede, AKP'nin belediye başkan adayı olarak çıkıp seçmenden oy istiyor, adaylar ortada yok… Tehdit, şantaj, hukuksuzluk, saygısızlık, hakaret, iftira, yalan, sahtekarlık…

Bu seçim değil…

Adayları falan boş verin…

Asıl seçim; Türkiye neyi seçecek?..

Ahlaksızlığı mı?..

Ahlakı mı?..


Son söz: Tercihiniz ne olursa olsun, geleceğe ve ülkemize ait umutlarınızı yitirmeyin.

 

[email protected]

www.ahmetakin.com.tr