Reis Bey filmi.
Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in 1964 yılında kaleme aldığı aynı adlı kitabından uyarlanarak çekilen bir film. 1988 senesi yapımı filmi çoğumuz izlemişizdir ama izlememiş olan gençlerimiz de varsa bu yazıyı okuduktan sora ilk iş olarak bu filmi izlemelerini öneriyorum.
Sanıkların suçlu olduğuna kanaat getirirse, onları idam sehpasına göndermekten çekinmeyen Reis Bey'in önüne bir gün annesini öldürmekle suçlanan bir zanlı gelir. Dosya ve delillere bakarak zanlının suçlu olduğuna hükmeder ve idam kararı verir.
Israrla suçsuz olduğunu söyleyen adam bunu kabul ettiremeyip hüküm sonucu metanetle ve sessizce idam sehpasına giderken, Reis Bey elinde dosyasıyla zanlının geçmiş hayatını birkaç cümleyle özetleyip ona ağlanacak haldesin deyince adam şu son sözlerini kurar ve idam sehpasını kendi ayağıyla devirir.
“Reis bey! siz ağlayamazsınız. Ağlayabilseydiniz, anlayabilirdiniz...”
Daha sonra, sanığın suçsuz olduğu anlaşılınca görevi bırakan Reis Bey, ağlamaya başlar, ağladıkça anlar ve ömür boyu kurumaz gözyaşları.
***
Yazar İdris Özyol’un, Lanetli Sınıf adıyla yazdığı kitap serisinin ikinci kitabı olan ve 2000 yılında yayınlanan Bir Overlokçu Kıza İlanı Aşk kitabında yer alan bir yazıya bakmak üzere kitaplığıma yöneldim.
İçinde insanı kalbinden yakalayıp insani tarafını yüzüne vuran hayatın içinden denemelerden oluşan, döneminin sessiz çoğunluğunun sesi ve her evde/sokakta/mahallede bastırılmış duyguların tercümanı olan kitabı yayınlandığı anda almış ve bir solukta okumuştum. Kitap yıpranmış kapakları, sararmış sayfalarıyla hala kitaplığımdaki yerinde duruyor.
Sayfaları karıştırmaya başladım. İbrahim Tatlıses ekranda ağlıyor diye başlıyordu yazı. Ve şöyle devam ediyordu. “Ekranda ağlayan İbrahim Tatlıses’ten öte bir şey aslında. Islak gözlerini eliyle kapatmaya çalışan sanatçının görüntüsü daha dikkatli okunduğunda ve zihin, şimdiye kadar kendine yüklenen ‘egemen tarifler’i bir kenara iterek hareket etmeye çalıştığında hayatın öte tarafında tutulan ‘geniş yığınlar’ın diline ve algısına ulaşılıyor… Ağlamak sahici, insani, hayati, coşkusal bir tepkidir ve bir adamın ağladığını görmek, o adamın temsil ettiği her şeyin dipdiri ayakta durduğunu ‘yıkılmadığı’nı görmek anlamına gelir…”
***
Durduk yerde beni, Necip Fazıl Kısakürek Üstadın 1964 yılında yazdığı 1988 yılında filmi çekilen Reis Bey’e ve 2000 yılında yayınlanan Lanetli Sınıf kitabına götüren neydi.
İki haftadır üst üste şahit olduğum İbrahim Tatlıses’in gözyaşlarıydı beni geriye dönüp Reis Bey’e de, Lanetli Sınıfa da götüren.
Uzun yıllar sonra ekranlara döndüğünü ve program yapmaya başladığını duyunca İbrahim Tatlıses’i merak edip geçtiğimiz hafta açtım programın yayınlandığı kanalı. Konuklarıyla sohbet eden Tatlıses titreyen eli ve sesi eşliğinde bir şarkı söylemeye başladı. Konukları ona duydukları özlemi dile getirip onu ayağa kalkarak dinlemeye başlayınca Tatlıses, bir anda mikrofon tutan elini gözlerine götürdü. Ağlamaya başlamıştı. El hareketiyle oturmalarını istiyordu konuklarından. Geçmişi aklına gelmiş duygulanmıştı belli ki.
Dün de onun program günüydü. İzlediğim haber kanalında verilen arada kanalı çevirip tekrar baktım İbrahim Tatlıses’e. Yorgun ve titrek sesiyle konuklarıyla sohbet ediyordu. Yıllardır içine kapandığını, yalnız kaldığında bile çekindiğinden dolayı şarkı söylemediğini, artık hiç sesini kullanamayacağını düşündüğünü söylüyor ve o anda başlıyordu yine ağlamaya Tatlıses.
***
Her insan ağlayamaz. Gözler yalan söylemediği gibi, yalandan yaşlar da akıtmaz gözler. Bir hissin, içtenliğin, yaşanmışlıkların sonucunda dökülür ancak gözyaşları.
Peki gözyaşları üzerine kurulmuş bu yazıyı neden yazdım. Neydi bu yazıyı bana yazdıran.
Ağlamak kelimesinin ve dahi kelimenin ötesinde ağlayan birini seyretmemin beni alıp hiç yabancısı olmadığımız gözyaşı iklimine götürmesiydi belki yazının yazılma sebebi.
Belki de bu gözyaşları karşısında yüreğimin gösterdiği insani, hayati, gönlün ferman dinlemeyen tepkisiydi bu yazıyı bana yazdıran.
O veya bu.
Ağlamak gibi içten ve insani bir eylem için yazı hatta yazılar yazmaya değer.