Edebiyat dünyasının bir büyük değeri idi.

Yazın ve düşün dünyasının en önemli isimlerindendi.

Şair, yazar ve mütefekkir Sezai Karakoç yaşayan son birkaç güzel adamdan biriydi.

Adı "Diriliş" düşüncesi özdeşleşen Sezai Karakoç 3 yıl önce bir sonbahar ikliminde dökülen yapraklar misali dökülüp uçuverdi yeniden diriliş coğrafyasına.

İnandığı ve adandığı bir dünyanın peşinden yürüdü ömrü boyunca.

Ne iş, ne aile, ne mal, ne mülk, ne makam olmadı derdi. Anılmadı hiçbir dem bunların hiç birisiyle.

Bütün derdi İslam medeniyeti idi. Bu çağın insanına biz kendi medeniyetini ve Hazreti Adem’den bugüne düşüncesini anlatmak ve aktarmaktı bütün çabası.

Dünyaya olduğundan gayri bir anlam yüklemedi. Bir sürgün ülke olarak tanımladığı dünyadan asıl yurduna gideceği günün beklentisiyle/bilinciyle ömür verdi.

Bir güzel adamdı.

Ne güzel adamdı.

Her yönüyle örnek bir adamdı.

Böbürlenen/devletlenen/budalalaşan/muhterisleşen/kifayetsizliklerini düştükleri kibir çukurlarında örtmeye çalışan yığınlarına inat o hep aynı kaldı.

İsminin bütün cazibesine ve onun ismiyle açılmaya hazır bütün kapılara yürümek şöyle dursun o sürgünlüğünün her dem farkındaydı.

Bütün hassas hesaplarına rağmen, yine de verilmemiş hesapların korkusuyla yürüdü en sevgilisinin yoluna.

Zihninde kim bilir ne hayaller, yüreğinde ne hüzünlerle asıl diriliş yurduna, başkentler başkentine gitti bir Kasım zamanında.

...

Onu Mona Roza ile sınırlandırmaya çalışsa da birileri o öteliydi.

Mona Roza dahil dünyaya dair ne varsa uğruna elinin tersiyle ittiği ötelerin ötesinde şimdi.

Sürgün ülkeden başkentler başkentine göçünün 3. yılında üstadı rahmetle/özlemle anıyorum.

Mekanı Cennet olsun.