Her mahallenin bir “delisi” olur derler, öteden beri.
Ama bizim ele aldığımız delilik bu delilikten öte ve öyle tıbbi tanımlarla açıklanacak türden değil. Kuralsızlık. Sınır tanımazlıktır.
Ahlakı sadece başkalarına uygulanan bir kural olarak görmek.
En çok da sadece kendi çıkarlarını önemsemektir.
Ve evet, dünya denen mahallemizin de böyle bir delisi var: Donald Trump.
Bu “delilik”, kimseden çekinmeyen bir pervasızlık, kendi çıkarları uğruna dünyayı ateşe atmaktan çekinmeyen bir gözü karalık. Yasaları eğip bükmekte, toplumu kutuplaştırmakta, kurumları itibarsızlaştırmakta üstüne yoktur.
Yeniden seçilmesiyle birlikte sadece Amerika’nın değil, tüm gezegenin tansiyonu fırladı.
Borsalar sersemledi, piyasalar afalladı, liderler diplomatik kelimelerle “bu adam ne yapacak?” paniğini gizlemeye çalışıyor.
Çünkü Trump, sabah başka, öğle başka, akşam bambaşka bir dünyada yaşıyor.
Gerçeklik, onun dünyasında esnek bir malzeme.
Aslında hastanede yatması gereken, insan içine bile çıkartılmaması gereken birinin, dünyanın en büyük ve en güçlü ülkelerinden birini yönetmesi; çağımızın en trajik ironilerinden biri değilse nedir?
Bir zamanlar aklın, bilimin merkezi sayılan bir ülke; şimdi dünyayı tehdit eden bir realite şovun sahnesi hâline geldi.
Tehditleri açık seçik: “Ya benimlesin ya düşmanımsın.”
Diplomasi değil, mafya dili konuşuyor. Sokak dili konuşuyor. Yanında da modern bir şovmen Musk var.
Otorite değil, şov yapıyor.
Bir tweet, bir toplantı, bir cümle…
Ve milyonlarca insanın kaderi sallantıya giriyor. Ekonomi analistleri artık verileri değil, Trump’ın ruh halini takip ediyor.
Onunla aynı fotoğraf karesine girmekten çekinmeyen birkaç ülke dışında, dünya nefesini tutmuş durumda.
Bu ülkeler de Trump’a hayran olduklarından değil; onun rüzgârını arkalarına alarak kendi hesaplarını görme derdindeler.
Biliyorlar ki bu delilik bulaşıcı. Bir liderin maskesizliği, başkalarına da maske çıkarma cesareti veriyor.
Trump, çağımızın en tehlikeli paradokslarından biri: kuralsızlığın lideri.
Sadece bir ülkenin değil, insanlığın ortak sınavı. Onu izlemek kolay, ama anlamak değil.
Çünkü o, sadece alışılmadık değil; alışmak istemeyeceğimiz türden bir lider. Eski çağlarda anlatılan kabile liderleri gibi hareket eden, herkesin önünde diz çökmesini isteyen ahlaktan yoksun bir lider.
Ve tüm bu karmaşanın içinde sorulması gereken tek soru şu:
“Bu kadar büyük bir dünyanın, bu kadar küçük bir aklı ne kadar daha taşıyacak gücü kaldı?”