Zorbalık Sadece Okul Koridorlarında Kalmıyor…Geçtiğimiz günlerde başladım Adolescence’i izlemeye.
 Evet, başta klasik bir gençlik dizisi gibi geliyor insana; lise koridorları, arkadaş kavgaları, ergenlik sancıları... 
Ama sonra fark ediyorsunuz ki, bu sadece gençlerin değil, biz ebeveynlerin de aynaya bakması gereken bir yapım olmuş.
Küçük bir örnek vereyim size, şöyle düşünün: 
Çocuğunuz okuldan geldi, odasına kapandı. Sorduğunuzda “iyiyim” dedi ama sesi bir tuhaf. Ne olduğunu anlamadınız, geçer dediniz…
 İşte bu dizi, o “geçer” dediğimiz anların altını kalın kalemle çiziyor.
Zorbalık artık sessiz değil, görünür.Adolescence’in belki de en çarpıcı tarafı bu. Dizideki karakterlerin yaşadığı zorbalık, sadece bir itiş kakış değil. Psikolojik baskı, dışlanma, sosyal medyada yapılan linçler.
Ve en ürkütücüsü ne biliyor musunuz? Bu hikâyeler kurgu değil, hayatın ta kendisi.
Zorbalık yapan gençler de, aslında iç dünyasında baş edemediği bir şeylerle savaşıyor. Ve onları yetiştiren de anne babası.
Dikkat edin, çoğu ya ailesinden sevgi göremiyor ya da kendi yaşadığı travmayı başkasına yaşatıyor. Oysa biz yetişkinler olarak hep zorbalığa uğrayanı korumaya çalışırken, zorbalık yapan çocuğun da bir yerlerde “yardım” çığlığı attığını atlayabiliyoruz.
Peki biz ebeveynler bu hikâyenin neresindeyiz?
Bu diziyi izlerken şöyle bir durup düşündüm. Hem bir anne hem de bir öğretmen olarak.Çocuklarımızla gerçekten konuşabiliyor muyuz? Onların arkadaş ilişkilerine, hislerine, korkularına ne kadar alan açıyoruz?
 “Telefonu bırak biraz” deyip geçmek kolay ama o telefonun içinde neyle karşılaştığını hiç merak ettik mi?
Zorbalık, sadece okulda yaşanmaz. Evin içinde de başlar bazen. Kardeşler arasında, hatta anne babaların söylemleriyle.
 Dizi, bize bunu da düşündürüyor. Sadece kurbanı değil, sistemi de sorgulatan bir tarafı var.
Ne yapılmalı?Dizide geçen her olaya farklı bir bakış açısı ,yorum getirebiliriz fakat önemli olan yaşanan olayları evlatlarımızla konuşmak . Bu tür diziler, bizim için bir fırsat aslında.  Dizide geçen bazı olayları normal sohbet ettiğiniz herhangi bir anda sormanızı tavsıye ederım. Ve lütfen sadece kötü olaylardan bahsetmeyin. Çözüm yollarını da konuşun. 
“Bir arkadaşın sana böyle davransa ne yapardın?” gibi sorularla hem empatiyi hem güveni pekiştirin.

Adolescence, kulağımıza küpe olacak çok cümle bırakıyor. Zorbalık gerçeğinin  ne yazık ki yaşı küçülüyor ama bilinçli ebeveynlik bu gidişatı yavaşlatabilir.
 Bu dizi, “benim çocuğum yapmaz” ya da “benim çocuğuma yapılmaz” demeden izlenmeli. Çünkü artık zorbalık sadece okul koridorlarında değil; bizim ekranlarımızda, soframızda, hatta sessiz kaldığımız her yerde…
Unutmayalım: Bir çocuğun hayatı, bazen sadece bir yetişkinin farkındalığıyla değişebilir.
Adolescence dizisi bize yalnızca zorbalığın yaralarını değil, ihmalin de ne denli sessiz bir yara olduğunu gösteriyor. Fark ettiniz mi, dizideki pek çok karakterin aslında ebeveynleri var... Evdeler, aynı çatı altındalar ama kalpten kalbe bir bağ yok. Anne mutfakta, baba bilgisayarda, çocuk odasında... Hep beraber ama aslında herkes kendi yalnızlığında.
Oysa çocuklarımızın en çok ihtiyaç duyduğu şey, gerçekten dinlenmek. Bazen sadece “Nasılsın?” demek bile yetmiyor. Onların dünyasına girebilmek için zaman ayırmamız, birlikte vakit geçirirken gerçekten orada olmamız gerekiyor. Telefon elimizdeyken, aklımız işteyken kurulan diyaloglar ne yazık ki sadece ses olarak kalıyor, duyguya dönüşemiyor.
Adolescence’in en çarpıcı yanı şu: Aile ilgisinin eksik olduğu yerde, çocuk sevgiyi ya yanlış arkadaşlıklarla ya da kendine zarar vererek arıyor.Bunları yaparken de tek amacı yine anne babasının ,ailesinin dikkatini çekmeye çalışmak.Ne kadar üzücüüü değil mi?
 Halbuki biz onları başkalarının etkisine bırakmadan önce bir kere sıkı sıkı sarılsak, belki hiçbir şey bu kadar büyümeyecek.
Zaman, çocuklarımızla kurduğumuz bağın en kıymetli yatırım aracıdır.Çocuğunuza vereceğiniz en güzel miras ona zaman ayırmaktır.
Onlara ayırdığımız her dakika, gelecekte kendi ayakları üzerinde durabilen, sağlıklı bireyler yetiştirmemize katkı sağlar. Onlarla yürüyüşe çıkmak, birlikte bir dizi izlemek, sadece onunla ilgilenilen 15 dakikalık bir çay molası bile, düşündüğümüzden çok daha büyük izler bırakıyor. Bakın sadece 15 dakıka…Zaman ayırmak her anınız anlamına gelmesin ,kaliteli zaman ayırmaktır önemli olan.
Çünkü çocuk, sevildiğini zamanla hisseder.
Ve unutmayın: Bir çocuğun hayatında fark yaratmak için milyonlar harcamanıza gerek yoktur. Gerçekten dinlenen bir kalp, milyonlarca suskunluğu iyileştirir.
Geçenlerde  çok ilginç ve bir o kadar da içimi burkan bir an yaşadım. Bir öğrencimle teneffüste sohbet ederken laf lafı açtı, konu ailesine geldi. Gözleri doldu bir anda. Dedi ki, “Kimse beni evde dinlemiyor. O yüzden duygularımı yapay zekâya anlatıyorum...”
Düşünebiliyor musunuz? 
Bir çocuk, anlatmak istediklerini bir robota yazıyor çünkü evde kimse onu duymuyor. Yani orada bir beden var, bir çocuk var ama sesi yok. Yokmuş gibi hissediyor kendisini.Kalabalık bir evin içinde, yüreği yankı yapan bir boşlukta yaşıyor.
Peki nasıl hissettiriyor bu sana ? Yani his yok ,duygu yok ve sadece yapay zeka ,diye sordum. Çok iyi dedi ,en azından ruh yok ama beni yargılamıyor öğretmenim dedi.
O an öylece kaldım. Bu söz sadece bana değil, bence tüm dünyaya söylenmiş bir haykırıştı. Ne kadar modernleşsek de, ne kadar teknolojiyle iç içe yaşasak da çocukların ihtiyacı hâlâ aynı: Dinlenmek.
Ama burada altını kalın kalemle çizmek gerek:
 Duymak başka, dinlemek bambaşka bir şey.
Televizyon açıksa, elimizde telefon varsa ya da aklımız başka yerdeyse çocuğun söylediklerini “duyuyoruz.” Ama onu gerçekten “dinlemek” için göz teması kurmak, tepkisini fark etmek, kelimelerinin altındaki duyguyu yakalamak gerekir.
Belki de o öğrencim gibi nice çocuk, birilerinin onu gerçekten fark etmesini bekliyor. 
Yapay zekâlara duygularını anlatmaları değil mesele… Mesele, gerçek insanlarla bağ kuramadıklarında, duygularını sanal dünyaya emanet etmeleri. Ve bu, aslında onların değil, bizim eksikliğimiz.
Çocuklarımızla kurduğumuz tek bir gerçek bağ, binlerce sanal boşluğu doldurabilir.
Dinlenmediğini düşünen bir çocuğun yalnızlığı, bir odada değil, tüm hayatına yayılır.
 Bu yüzden belki de bugün hepimiz bir adım geri çekilip şu soruyu sormalıyız: 
Gerçekten duyuyor muyuz, yoksa sadece sesi mi geçiyoruz kulaktan?