Bir ah çekti derinden İstanbul...

Bir dili olsa da anlatsa denizim,

masmavi gökyüzüm, martılarım, 

Kız Kulem.

Ne aşklar yaşandı, ne sevdalar yıllandı, 

ne tarihler aktı Boğaz’ımdan.

Ne beylikler, uygarlıklar geçti iki yakamdan. 

Hisarlarımda gün batımı,

Çamlıca Tepemde kavak yelleri, 

aşıklar Mecnun oldu, Leyla oldu yandı yürekler. 

Galata Kulemden uçtu en özgür kırlangıçlar, 

rengarenk açtı laleler.

Ortaköy’de kömür ateşinde pişti en köpüklü kahveler,

Kırk yılı aştı hatıra dost sohbetler.

Bakırköy sahilinde gün batarken tatlı kızıl 

süzüldü vapurlar binbir ahenkle 

şarkılar çınlardı İstiklal’de 

Her köşe başında ayrı duygular yaşandı.

Elele gezen sevdalılara göz kırpardı 

Kadıköy, Moda. 

Ne şairler geldi geçti kıyılarımdan,

kelimelere can verdi mavi, derin sular.

Sığındı karanlık sokak aralarına 

küçücük elleri buz tutan,

gözlerinde umudu yaşatan yalnız çocuklar.

Evlerini terk edeli kaç zaman olmuştu kirli sakallı adamlar.

Hayalleri siyaha çalarken,

bir dilim ekmek uğruna gece gündüz çalışanlar.

Ah! Bir dili olsa da yaşansa anılar.

Topkapı Saray’ımda yüzyıllara meydan okuyan savaşlar, aşklar.

Dolmabahçemde Atam!

Haydarpaşa’mdan geçti binbir çeşit yolcular, 

her bir sahilimden ayrı ayrı geçti vapurlar. 

Ben İstanbul’um, bende yaşanır 

en güzel umutlar,

en derin umutsuzluklar.