'Ne zamandır yazmıyorsun' dediler. Yazarsam canımı yakarım endişesindeydim. Lakin canımı acıtmam gerektiğinden eminim artık.
Yaz aylarını sevmiyorum sahil şeridinde. Şehre hücum eden tatilcilerle birlikte tüm şehir tatil moduna giriyor. Rehavet, atalet, nem, uyku hali; fikri ve ilmi kısırlık halini tetikliyor.
2 aydır basılmış bir sayfa okuduğumu ya da arkadaşlarla fikri veya ilmi herhangi bir sohbet gerçekleştirdiğimi, şehir merkezinde açtığımız ofise gittiğimi, elime kalem alıp üç beş kelime karaladığımı hatırlamıyorum. Haber bile dinlemez olduğumu belirtmeliyim.
Geçen Kasım ayından Haziran ayına kadar fikren ve ilmi olarak çok verimli ve nitelikli bir dönem geçirmiştik. Kitaplar, okuma günleri, sinema seyir günleri, çay sohbetleri, münazara ve mütalaa programları, sunumlar, misafirler ve müdavimler... Bu saydığım etkinliklerin gerçekleşmesinde tek ve en önemli etken; fikir ve ilim edinme konusunda endişeli insanların varlığı. Hatta kümeyi biraz daha daraltacak olursam endişeli gençler...
Para, makam, mevki, kıdem, sınıf, mal, mülk ya da itibar derdi olmayan gençlerle birlikte olmanın; para, makam, mevki, kıdem, sınıf, mal, mülk ya da itibar derdi olmayan işlerle uğraşmaya mahal verdiğini, endişesizlik ve fikri yalnızlık halinin belirlenmiş sınırların dışına çıkmaya müsaade etmediğini test etmiş oldum.
Haziran öncesi telefonuma gelen mesajlarla haziran sonrası bugüne kadar gelen mesajları kıyasladığımda dahi fikri ve ilmi kısırlık haliyle yüzleşiyorum. Haziran öncesi mesaj kutusunda ağırlıklı olarak kitap, sunum, fikir adamı, fikri ve ilmi endişeli bir arkadaşın nitelikli cümleleri ya da soruları yerini haziran sonrası çocuk bezi, domates, arsa, daire katı ve cephesi, bal kg fiyatı, piknik daveti, işe gecikeceğini belirtenlerin mazeret cümlelerine bırakmış.
Haziran sonrası olarak ifade ettiğim yaşam şekli ve düzeni hevesiyle test çözmüş, özel ders almış, dirsek çürütmüşlerin sosyal medyada resimlerine bakıyorum birkaç gündür. Resimlerine baktıklarım üniversiteye yeni yerleşenler; üniversiteye yerleşmişlerin birçoğu ile bizim gençlere refakat edip yanlışlıkla ofise uğramaları vesilesiyle sürekli muhatap oldum sene boyunca.
Haziran sonrası olarak ifade ettiğim süreçte sancısını çektiğim ve canımı yakan ne varsa hepsine kayıtsız ve şartsız talip olanlardan bahsediyorum. Ve bunu bir sorun olarak niteliyorum. Sorun aslında geliri, gideri, konforu, zahmeti, vs'nin standardize edildiği hayatı talep edenlerde değil, sorun bu hayat tarzının idealize edilmesinde.
İdeal olarak nitelenen ve son birkaç kuşağın bu ideale ulaşmak için dirsek çürütüp çalıştığı hayatın olmazsa olmazlarının sonuçları; evin kredi borcu, arabanın kredi borcu, tatilin tüketim kredisi borcu, yeni alınan evin yeni eşyalarının taksitleri, düğün ve nişanın borçları, çocuğun okul taksitleri, vs...
İdealize edilen bu hayatta ne yok biliyor musunuz? Huzur.
İdealize edilmiş hayat arzusunda bir çiftin evlilik planlaması sürecinde önceliği kira öder gibi ev sahibi olmak. Yeni eve yeni ve eksiksiz eşyalar gerek. Bilmem kaç yılda ödenmesi planlanan düğün ve nişan masrafları da vazgeçilmezlerden. Bilmem kaç taksitle ödenmesi planlanan balayını da ekleyelim. Belirtilen hayatı elde etmek için test çözmüş, mürekkep yalamış, yurtta kalmış, sayısız zahmete girmiş ve KPSS için çalışmış ya da bilmem kaç sertifika almış yeni evli çifti bekleyen ideal hayat.
Bu ideal hayatta belirlenmiş standartların dışına çıkmak yok. Piknik yok, misafir yok, sinema yok, vakfetmek yok, hamilelik yok, çocuk yok, yolculuk yok, hediye yok, kitap yok, zekat yok, burs yok, kurban yok, bayram yok, taziye yok, yok, yok, yok...
Çünkü taksit çok. Çünkü edinilen standart gelirler belirlenmiş standart giderlere aktarılmakta. İstisna, kaza, hastalık, sürpriz, vs'ye yer yok. Sonuçta huzur yok. Bu mecburiyet, kölelik ya da zorunluluk halinin sebebini birbirine atfeden karı kocada huzur yok. Hayata yeni atılmış bu yeni evlilerin emeklilik hayali kurmasından daha doğal bir şey de yok.
İdealize edilen bu hayatta ideal olarak nitelenenleri sağlayan ve koruyan ne varsa muteber ve müstesna iken ideal olarak nitelenenleri riske atan ve öteleyen her şey marazlı ve mesafe konması gereken olarak düşünülmekte. Belki biraz ileri gideceğim ama bir tespit olarak kabul edin; idealize edilen hayatı sağlayan ve koruyan iktidar, makam, güç ya da imkan sahibinden veya sahiplerinden duyulan korku ve sunulan saygı gerçek ve tek muktedire duyulan korku ve sunulan saygının önüne geçmekte...
Sancılı ya da sıkıntılı olarak nitelediklerimizin en yakınlarımız tarafından ideal olarak düşünülmesi bizim gibilerde yalnızlık, huzursuzluk, ikilemler, atalet ve rehavete sebep oluyor.
O zaman; para, makam, mevki, kıdem, sınıf, mal, mülk ya da itibar derdi olmayan gençleri en yakınlarımız arasına almak ve birlikte endişelenmek gerektiği fikri pekişiyor.
Saygı ile...