“Demokrasi Komedisi” oyunu Türkiye’de kapalı gişe oynamaya devam ediyor. Oyunun yönetmeni gidişattan memnun. Bilet almadan oyunu ön sıradan izleyenler ne olduğunu tam olarak anlamasalar bile, sürekli alkışlıyorlar. Biletleri olmasına rağmen oyunu arka sıralardan izleyenler ise durmadan homurdanıyor. Zaman zaman yönetmen tarafından salona da alınmadıkları oluyor.

        Bu oyunun en ilginç tarafı başrol oyuncusuyla figüranların hiç değişmiyor olması. Figüranlarda hiçbir gayret yok. Önce, en iyi yardımcı oyuncu, daha sonra da başrolde oynama hedefleri görülmüyor. Aslında yıllardır devam eden bu oyundan beleşçiler de sıkıldı. Seyirci sayıları azalacak gibi görünüyor. Benzetmeler bir yana, tepkiler çok önemli. Yozlaşma sürecine yönelik tepkilerin toplumda bir bilinçlenme yaratacağına kimsenin kuşkusu olmasın.

  
Türkiye, adeta, işgal kuvvetleri tarafından yönetiliyor gibi. Anayasa paspas olmuş. Yasalar, adalet ve hukuk ayaklar altında. İktidar partisi, devlet benim, başka bir güç tanımam  demeye devam ediyor. 

  TBMM’nin iktidar kanadı, otomatiğe bağlanmış bir robot gibi çalışarak, yıkım ekibi görevini yerine getiriyor. Genel’de ve Yerel’de son üçer seçimin sonuçlarına baktığımız zaman, iktidar partisinin diğer partilere karşı bariz bir üstünlüğünün olduğunu görüyoruz. 



       Seçim sonuçlarından da anlaşılacağı üzere, %10 seçim barajının uygulanması, zaten adaletsizliklerle dolu seçim sisteminin, ne kadar haksız sonuçlar yarattığını bariz bir şekilde ortaya koyuyor.  2002’de 363, 2007’de 341 ve 2011 seçimlerinde 327 milletvekili çıkararak, oy yüzdesinden çok daha fazla milletvekili sayısı ile çoğunluğu ele geçiren AKP’nin, sanki tüm oyları almış gibi davranarak, çoğunluk oylarını ve onların görüşleri ile, yaşam tarzını yok sayması, Türkiye’yi tehlikeli sulara doğru sürüklemektedir.   

       AKP’nin yaptığı en zararlı iş, dini siyasetin merkezine oturtturmasıdır. İktidar, “Ben bu dini hepinizden daha iyi bilir ve yaşatırım” dedikçe, “En Müslüman benim” diyen cemaatler, tarikatlar ve örgütlerle yarış içine girmektedir. IŞİD, Müslüman Kardeşler, El Nusra, Rabıta, Hamas, El Kaide ve türevleri örgütlerle olan ilişkisi bilinen AKP İktidarı, başka suçlularla da birlikte olmaktan rahatsızlık duymamaktadır. 

Yaklaşık 57 milyon Sünni Müslüman’ın yaşadığı Türkiye’de radikal İslam’a doğru yönelmek ve radikal gruplarla işbirliği içinde olmak, yanılgı ve ihanet içinde olmakla eşdeğerdir.

Taliban’dan El Kaide’ye, Hizbullah’tan IŞİD’e kadar, “En doğru ve gerçek İslam benimki” diyerek dünya’yı kana bulayanlar unutulmadan, farklılıklarla bir arada yaşamanın toplumsal barış ilkesi olan laiklikten sapılmaması gerekmektedir.  Batı’nın laik ve demokratik anlayışı ile ölümüne bir çatışma içine giren radikal İslam orta doğuda geriledikçe, İran’daki Humeyni rejimi ile birlikte Türkiye’de ivme kazanan ve 12 Eylül’ün Generalleri tarafından  desteklenen dincilik akımı da gerileyecektir. Bugün gelinen noktada, Türkiye, radikal İslam’ın tuzağına doğru sürüklenmektedir.

 AKP’yi anlayabilmek ve hedefini görebilmek için, Recep Tayyip Erdoğan’ın 1980’li yıllarda Hizb-i İslam Lideri Gülbeddin Hikmetyar’ın dizinin dibinde çektirdiği fotoğrafı zihninizde canlandırmak yeterli olacaktır. İster istemez yetiştiği kültürün genetik kodlarına yazdığı değerleri iktidarı döneminde uygulamaya koyacağı anlaşılmaktadır. 
  
     Erdoğan’ın kodlarında yazan YENİ TÜRKİYE, hilafet eksenli İslam Birliği’dir. “Türk Ulusu” hesabını buna göre yapsın.