Küreselleşen dünyada kültür ve sanatın kaynaşmasının önemini unutmadan, düşünce ve ifade özgürlüğünün önündeki tüm antidemokratik engellerin kaldırılmasının hedef edinilmesi, ülkemizde demokrasi algısının yerleşmesinde ciddi bir faktör olacaktır. Kültür ve sanat, toplumu yaratıcılığa ve üretkenliğe sevk eden ve toplumu pozitif yönde tetikleyen unsurlar olarak toplumun aydınlatılmasında önemli bir görev yerine getirmektedir. Batı toplumlarında Rönesans’dan beri kültür ve sanatta gösterilen olağanüstü gelişmelerin hız kesmeden devam etmesi, halkın olaylara bakış açısını ve demokrasi algısını pekiştirerek, ekonomik ve teknolojik gelişmelerine katkı sunmuştur.

Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün söylediği “Sanatsız kalan bir toplumun hayat damarlarından biri kopmuş demektir.” sözü, büyük bir anlam yüklüdür. Atatürk, bu sözüyle, çağlara ayak uydurmanın, kendini geliştirmenin ve yenilenmenin yolu önce kültür ve sanattan geçer, birlikte üretilip ve paylaşılan bir kültür anlayışı o toplumun yaşam garantisi olur, demek istemektedir. Kültür ve sanat insanları yaratıcılığa teşvik ettiği gibi, toplumsal olayları yorumlamak için farklı bir bakış açısı ortaya koymasını sağlamakta, değişime ve gelişime hep açık bir toplum yaratmaktadır.

Kültür ve sanat eğitimi önce aileden başlamakta ve daha sonar da okulda devam etmektedir. Yön göstermek ve yönlendirmek büyük önem taşımakta, çağımızda kitle iletişim araçlarının etkisinin olağanüstü boyutlara ulaştığını da düşünecek olursak, kültür ve sanattaki devlet politikalarının işlevi daha iyi anlaşılacaktır. Sanatçının özgürlükçülüğü ön planda tutularak, kültür ve sanatın yükselen değerler olması işleri daha da kolaylaştıracaktır.

Ancak, bugünün Türkiye’sinde yükselen değerlerin kültür ve sanatla hiç ilgisi yok. Rant ekonomisinden daha fazla pay kapma becerisi, imam hatipli olmak, arkası dolgulu bone üzerine türban takmak (Özellikle VAKKO markası gözükmeli),  Türkleri ve Türkçeyi ihmal ederek Osmanlıca ve Arapça sözcüklere önem vermek, Umre’ye gitmek, sürekli Silahlı Kuvvetleri karalamak, badem bıyıklı ve çember sakallı olmak, dünya Türkiye ekonomisine hayran ve krizden büyük fırsatlar çıkaracağız sözlerini papağan gibi sürekli tekrarlamak yükselen değerler olarak öne çıkıyor. Görüldüğü üzere, bilim ve teknoloji ile kültür ve sanatla hiçbir ilgisi olmayan bu anlayışa karşı var olmaya çalışan özgürlükçü sanatkarlarımızın işi çok zor.  

1950 doğumlu birisi olarak, Mersin İleri İlkokulu’nda okuduğum yıllarda Halkevi’nin kütüphanesinde kaynak kitaplardan yararlanarak ev ödevlerimizi yapar, zaman bulursak Halkevi’nin spor salonunda kendimize göre spor yapmaya çalışırdık. O dönemlerde Halkevi’nin döner sahneli tiyatro salonunda Ulvi Uraz’ı, Muammer Karaca’yı izlediğimi anımsıyorum. Bugün ise İl Halk Kütüphanesi’nin yerini bilen var mı merak ediyorum. Okullardaki müzik, resim ve beden eğitimi dersleri yok denecek kadar az. Türkiye’nin kültür ve sanat politikalarının altyapısını hazırlayan Kültür Bakanlığı’nın bütçesi son derece yetersiz ve Bakanlık sürekli at gözlüğüyle bakıyor.

Sanatçıya ve sanatına gösterilen destek, çağdaşlaşmanın en önemli göstergelerinden birisidir. Uluslararası üne sahip sanatçılarımızın “Ben, ülkemde sanatımı yapamamanın üzüntüsü içindeyim.” sözlerinin gerekçelerinin derhal ortadan kaldırılması gerekiyor.

Ancak, önemli bir sorun var. Türkiye’de son zamanlarda oldukça sık rastlanan sanata politik duruş biçimini nasıl değiştireceğiz. Yani, “Ben, böyle sanatın içine tükürürüm.” anlayışını ortadan kaldırmak güç olacak gibi görünüyor.

Heykellerin yıkılması, film, resim ve fotoğrafların sansürlenmesi ya da ortadan kaldırılması, kitapların toplatılması ve yazarların hücreye tıkılması umudumuzu kırıyor.