Ankara Polatlı’da Gordion antik kenti ve Gordion müzesi var. Bu müzeyi birkaç kez gezdim ve her gezide detaylar beni etkilemiş hatta heyecanladırmıştı. İlk gezdiğimde yaklaşık 4000 yıllık bir biberon gözüme takılmıştı. İhtiyaçlar endişesi ile edinilen bilgi ve beceri, insanoğluna 4000 yıl önce günümüz modelinin neredeyse aynısı bir biberonu yaptırmıştı.
Hikaye de böyle değil mi zaten. Avcı toplayıcıdan tarım toplumuna geçişi tetikleyen ve gerçekleştiren toprağı işleme ve tohum üzerine edinilen bilgi değil miydi? Bilgi, ihtiyaçları karşılama araçları ve metodlarını geliştirirken insanı sosyal, siyasal, ekonomik ve hukuken de değiştirmedi mi? Geliştirilen her araç ve metodoloji beraberinde değişimi getirmedi mi?
Tarım, insanı sosyalleştirmedi mi, aileyi ve hatta geniş aileyi, kabileyi ve derken devletleri ve hatta imparatorlukları kurdurmadı mı? Köleliliği, monarşiyi veya otokrasiyi kanıksatmadı mı? Buhar ve makinenin keşfi sınıfları, sömürgeciliği, demokrasiyi tetiklemedi mi?
Bilgi dünyayı değiştirmedi mi?
Sosyal hayat ve insanın hikayesi değişiyor. Bilgi ve teknoloji yukarıda özetlediğim değişimleri de değiştirdi ve değişitirmeye devam ediyor. Aileler küçülüyor, ihtiyaçlar gelişiyor, hayattan beklentiler ve yaşam biçimleri değişiyor. Son 20 yılda geniş aileler yerini çekirdek ailenin de çekirdeği tek çocuklu ailelere bırakmıştı.
Tek çocuk. ‘Değerli yalnızlık’.
Yavaş giden hiçbir şeyden hoşlanmıyorlar. Gecikmeye tahammülleri yok. Engel kabul etmiyorlar. Aşırı korunarak, kollanarak, değer verilerek, iyilikleri ön planda tutularak büyüdüler. ‘Özel’ olduklarına inanıyorlar. Özgüvenleri yüksek. Başarıya odaklılar.
Bu yüzden belki biz ve bizden önceki kuşaklarla anlaşamıyorlar.
Madalyonun diğer yüzü; ihmal ve inkar edilen yaşlı ebeveynler yani büyükanne ve büyükbabalar. ‘Değersiz yalnızlık’. Dünya özellikle son 50 yılda huzurevleri ve yaşlı bakımevlerini kanıksadı. Tarihi bir döneme doğru evrilen süreç; yaşlanan ve nüfusunun azalacağı öngörülen Dünya.
Gelişen bilgi ve metodolooji sosyal değişimleri tetiklemeye devam ediyor. Son yıllarda ise ailesiz toplumları ve cinsiyetsiz insanları fazlasıyla konuşmaya ve hatta kanıksamaya başladık.
Kainatta yalnız olmadığımız fikrini, inanç sistemlerini, hukuk ve ahlak kabullerini, bilimsel kanun ve kabulleri tartışmaya açtık. Eşrefi mahlukatlıktan vazgeçip kainatın küçücük bir zerresi olduğumuz fikrinin dillendirildiği süreçleri yaşamaya başladık. Hayvanların, bitkilerin ve hatta eşyanın hukukunun konuşulduğu günleri yaşıyoruz.
Tartışılan, dillendirilen ve kanıksanan değişimlerin sebebi olan ‘bilginin’ geliştikçe farklılıklarımızı silikleştirdiğini ve aslında birlikte bir anlam ifade ettiğimizi de anlatmaya başladığını düşünüyorum. Prof Dr. Türker Kılıç’ın deyimiyle ‘her şey içinde bulunduğu ağ ile anlamlı’. Yani yukarıda ifade ettiğim sosyal yaşama dair özetin her bir dönemi; içinde bulunduğu zaman ve o zamanı birlikte yaşayanlarla anlamlı.
Aslında birlikte bir anlam ifade ettiğimizi de anlamaya başladığımız tespitimi teyit eden bir olgu gerçekleşti. Üzerine çok yazılıp çizilince kalabalığa karışma endişesiyle Bir Başkadır dizisi hakkında düşüncelerimi yazmayı erteledim. Dizi günümüz Türkiye’si görüntüsü altında 90’lı yılların durum tespiti niteliği taşıyor. Müziklerinden, mekanların seçimine ve karakterlerin niteliklerine kadar neredeyse tamamen 90’ların sosyal yapısını betimliyor.
Dizinin bu kadar konuşuluyor, eleştiriliyor ya da beğeniliyor olmasının nedeni o dönem farklılıkları ile yüzleşme, hesaplaşma ve hatta anlaşmayı barındırması olduğunu düşünüyorum. Bu nitelikte bir dizinin toplumda karşılığının olması kapanan bir dönemin hikayesinde buluşulabilecek sosyal olgunluğun gelişmiş olabileceği veya gelişebileceğini düşündürüyor. Tabi bu olgunluk ve kabullerin henüz yaşanmakta ve içinde bulunulan dönem için geçerli olmadığını düşündüğümü de vurgulamalıyım. Dizi hakkında birçok şey yazabilirim ama izlenildiğinde yukarıda ifade ettiğim tespitlerin ekrana yansıtılma endişesi taşındığı görülecektir. Bir şeyi de belirtmeden geçmeyeceğim. ‘Mış gibi yapanların’ olmaması, tüm karakterlerin iddia ve kabullerinin gerçek ve samimi olanlardan seçilmesi dizinin gerçekçiliğini benim neznimde tartışmaya mahal kıldı.
Belki de o dönem Türkiye’sinde insanlar iddia ve kabüllerinde samimiydi, ‘mış gibi yaşayanlar’ azımsanacak nitelikteydi. Ve belki bu yüzden kapanan o dönemin muhasebesi tartışılabiliyor ve anlaşılabiliyor.
Oxford Dictionaries tarafından 2016 yılının kelimesi olarak ‘post-truth’ seçildi. ‘Duygular ve kişisel kanaatlerin belirli bir konu üzerinde kamuoyunu belirlemede hakikatlerden daha fazla etkili olması durumu’. Bilgi bu sefer sosyal yaşamda ‘mış gibi yaşayanların’ baskın olduğu bir dünyaya dönüşümü tetikledi. Bana göre bu sosyal durum veya kriz de değişecek ve gelişecektir.
Sosyal izolasyonun bir sosyal inovasyon sürecini hızlandırdığını, hakikati kişisel ve duygusal kabullerin önüne geçirdiğini, birlikte bir anlam ifade ettiğimizin anlaşılmasını tetiklediğini düşündüğümü ifade etmeliyim.
Başta kendimin değiştiğini düşünüyorum. İnanç, iddia ve kabüllerimin değişip geliştiğini biliyorum. İçinde büyüdüğüm aile ve çevre, içinde yaşadığım dönem, geçmiş tüm kabüllerim,iddialarım ve inandıklarımın bugünkü beni şekillendirdiğini ve yarınki beni şekillendireceğini biliyorum. Eş ve zıt ne varsa toplamıyla bir anlam ifade ettiğimin farkındayım.