Dinlerin tarihi insanlığın var oluşu kadar kadîmdir. Zira din olgusu ve inanma ihtiyacı insanın doğasında onunla birlikte var olan zorunlu bir ihtiyaçtır. İnanma ihtiyacının insanda varlığının tespiti bilimsel bir hakikattir. İnsan ontolojisini inceleyen tüm bilim dalları inanma ihtiyacını yeme,içme, barınma ihtiyacı gibi zorunlu ihtiyaçlar arasında zikretmişlerdir. Çünkü inanç ve inanma duygusunun somut gerçekliğine rağmen inkârının bilimsel bir geçerliliği yoktur..

Asıl tartışma varlığı hakikat olan din ve inanma duygusunun kaynağı konusunda ortaya çıkmıştır. Bu konuda objektiflikten ayrılmayan bilim adamları ve din âlimleri dinin ve inanma duygusunun kaynağının onu yoktan var eden yüce yaratıcı olduğunu, yaratıcı tarafından insanın öz benliğine yerleştirildiğini, bu ihtiyacın insan ile kâim olduğunu bu sebeple mühim olanın bu ihtiyacın yaratanın mutlak iradesi doğrultusunda karşılanmasın önemini vurgulamışlardır. Zira dinin ve inancın, inanç değerlerinin kaynağı olarak insanda var olan “korku” ve “sığınma” gibi duyguları göstermek yeterli olmayıp yüzeyseldir, objektiflikten uzaktır.

İnsanı donanımlı ve belli programlarla yüklü olarak var eden yüce yaratıcı onda var ettiği inanma ihtiyacının doğru bir şekilde karşılanabilmesi için onu başıboş bırakmamıştır. Bu sebeple insanlığın babası Hz. Âdem ilk insan ve ilk peygamberdir. İnsanlık tarihi boyunca sayısını kesin olarak bilemediğimiz peygamberler gelmiş ve yeryüzünde insanların hakikate ermesinde onlara rehberlik etmiştir. Yeryüzünde kendisine peygamber gönderilmemiş, ilahi tebliğe muhatap olmamış hiçbir kavim, toplumya da millet yoktur. AllahTeâlâ her topluma mutlaka bir uyarıcı göndermiştir.

“Andolsun biz, her ümmete, "Allah'a kulluk edin, tâğûttan kaçının" diye peygamber gönderdik…”Nahl:36

“Şüphesiz biz seni müjdeleyici ve uyarıcı olarak hak ile gönderdik. Hiçbir ümmet yoktur ki, aralarında bir uyarıcı gelip geçmiş olmasın.”Fatır:24

Hz. Âdem ve bizim peygamberimiz Hz. Muhammed arasında gelip geçmiş tüm peygamberlerin en önemli ortak mücadelesi “Tevhid” esasını anlatmak, insanları bu esas üzere kılmak, bu esasın etrafında bütünleştirmektir. Tevhidin en kısa açıklaması ise Allah’ı kendi zatında ve sıfatlarında bir ve tek kabul etmek, onu “bir”lemek,ondan başkasına kul olmamak, ondan başkasını ilah olarak tanımamak. Yani insanı Allah’ın dışındaki diğer varlıklarla beraber aynı zamanda yine kula kul olmaktan kurtarmaktır. Tarih boyunca tüm peygamberler muhatapları farklı da olsa bu ortak mücadeleyi vermişlerdir.

“Sizin ilahınız bir tek ilahtır. Ondan başka ilah yoktur. O Rahmân'dır, Rahîm'dir.” Bakara:163

“….Allah'tan başka size göklerden ve yerden rızık veren bir yaratıcı var mı? O'ndan başka hiçbir ilah yoktur. O halde nasıl oluyor da haktan döndürülüyorsunuz?” Fatır:3

“(Allahım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.” Fatiha:5

İnsanlık tarihinde insanlar, her şeyin yaratıcısı olan bir Allah’a inanma ve ibadeti

sadece O’na yapma anlamına gelen tevhîd inancında zaman zaman sapkınlığa düşmüşlerdir. Allah ile kendileri arasında yeni ilahlar edinerek O’na ortak koşma yolunu seçmişler, aracılar edinerek Allah’a yaklaşmak istemişler ve bu aracılar vasıtasıyla Allah’tan af ve mağfiret dilemişlerdir. İşte burada kölelik başlamış, Allahtan başkasına kul olmaması gereken insanlar başkalarının kulu ve kölesi haline gelmiştir. Bu durum ise inancımızda ve yaşantımızda bir eksen kayması meydana getirmiştir. En donanımlı ve şerefli bir konumda var edilen insanın, gözügörmez, kulağıduymaz, kalbi hissetmez bir varlık olması sonucunu doğurmuştur. Çünkü insanı diğer varlıklardan ayıran en temel özellikler akıl ve irade sahibi olması, düşünebilmesidir.

Andolsun biz, cinler ve insanlardan, kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını cehennem için var ettik. İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir.” Araf:179

Son günlerde ülkemizde yaşadığımız hadisenin dini teşhisi bence budur. Allah’a kul olması gereken insanların kula kul olduğunda nasıl “sefillerin en sefili” bir konuma düştüğünü hep beraber acı bir şekilde maalesef gördük. Çünkü adına ne denirse densin Allah’ın dışında bir varlığa kulluk köleliktir. Kendisine kulluğu hak eden tek varlık; Yüce Yaratıcımız,İlahımız,Rabbimiz Allah’tır.

            Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...

            O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,

                                                                  M.Akif

 

            İşte şanlı tarihimize baktığımızda Çanakkale’yi geçilmez yapan iman ve inanç budur. Ülkemizin ve cennet vatanımızın bizlere vatan kalmasını sağlayan milli kurtuluş mücadelesi ve İstiklâl harbi yedi düvele karşı bu iman ve inançla yapılmış ve kazanılmıştır. En son yaşadığımız hadisede Boğaziçi köprüsünü geçilmez yapan da bu inançtır. Başkasının kulu ve kölesi olanların, aklı ve ruhu köleleşmiş olanların bunu anlaması imkânsızdır.

            Ülkemizin bekası, vatanımızın müdafaası için canlarını veren tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet, kederli ailelerine ve ülkemize başsağlığı dilerim…