Senelerin ve mekânların pek önemi yok aslında anlatacağım meselede.
Kişilerin ve olayların pek öneminin olmadığı gibi...
Bir seyyah olsak da, zamanın kanadında yolculuk edip eski zamanlara, çok eski zamanlara bir yolculuğa çıksak...
Zamanın kanadından bir şehirde inmeli...
Sokaklarının çember çember büyüyerek ilerlediği, şehrin tam orta yerine yapılan mabedin etrafında hare hare büyüyen bir şehirde inelim zamanın kanadından ve şöyle bir gezinelim ne dersiniz?
Şehirde yürürken önünden geçtiğiniz evin camında bir sarıçiçek gördünüz mü hemen dikkat kesilmeli insan ve sessiz olmalı, evin içerisinde hasta var dikkat edin anlamına gelen, o güzelim sarıçiçeğe ve hastaya hürmeten...
Kırmızı çiçek gördük diyelim. O evde gelinlik çağda bir hanım kız var ey ahali, konuşmalarınıza yine dikkat kesilin de hanım kızı mahcup edecek bir kelime çıkmasın ağzınızdan demekti.
Kapılarında ve duvarlarında gördüğümüz 'Ya Malikel Mülk' yazısına ne anlam versek?
Ey Allah'ım mülk senindir...
Bizler bu evlerin ocakların bekçileriyiz, gelip geçiciyiz. Bizler geldik geçiyoruz, sen kalıcısın. Demek istenilirdi o esrarlı yazılarda...
Kapı tokmakları gözümüze çarpıyor evlerin üzerlerinde yürürken ' Ya Fettah ' yazan. Düşünelim yorgun argın ekmek telaşı ile eve gelen ev halkına o yazı ne diyor? ‘Bütün kapıları açan ve sıkıntıları gideren' Ya Fettah...
Zamanın gergefinde dokunmuş o anlarda, hare hare büyüyen sokaklarda ilerlerken akşam oluvermiş olsun. Bir diğer evin önünden geçerken duyduğumuz 'ışığı uyandır bey' sözü şimdilerde bize ne ifade ediyor? 'Işığı yak' sözünün kabalığına inat. Kullanılan üsluba lütfen dikkatlerimizi uyandıralım...
Aynı şekilde 'lambayı, ışığı söndür' demek yerine 'lambayı, mumu dinlendir' diyen ey yüce gönüllü insan neredesin?
Akşam vakti çaldığımız bir kapıda Tanrı misafiri olarak karşılanıp ağırlanmak da kısmet olsa bu şehirde. Eve girip bir müddet dinlendikten sonra gelen kahve ve su seremonisi ile ev sahibimiz bize ne demek isterdi dersiniz? Aç olan misafirinin önden suyu içmesini gören ev sahibi başka söze lüzum görmeden donatı verirdi sofrayı. Neyi varsa paylaşırdı, yüreğini, sofrasını, sohbetini...
Evden çıkarken ayakkabımızın yönünü çeviren evin hanımı ne demek isterdi acaba? Ey misafirimiz, Tanrı misafiri de olsan, tanıdık bildik de biz sizin misafirliğinizden hoşnut kaldık, yine gelebilirsiniz...
Yine kapı tokmağına takıldı gözlerimiz neden iki tanedir diye? Biri ile çalındığı zaman kapıda tok bir ses, diğeri ile çalındığında tiz bir ses çıkan o tokmaklar da ne demek içindi? Eve gelen misafirin tok ses ile çalınan kapı tokmağı sesinde erkek olduğu, tiz ses ile çalınan kapı tokmağında ise hanım olduğunu ifade etmesi ne kadar da ince değil mi?
Yolda yürürken yaşlı bir kimsenin yanından geçiyorken edep ile yaklaşılır ve yavaşlanır. Yaşlı kimsenin 'geç oğul ben yavaş yürüyorum' kavlinden bir cümlesinin ardından selam verip geçilirdi.
Yine bir sokakta ilerlerken bir eve yemeğe davet edildiğimizde icabet etmesek olur mu? Sofrada eller yıkandı ve herkesle beraber oturuldu. Büyükler başlanmadan başlanmadı yemeğe ve dua ile bitirildi.
Medeniyetteki inceliklere bakınız...
Hz. Mevlana'nın ' Her şey incelikten, insan kalınlıktan kırılır.' sözü burada tam da yerindedir...
Sokaktaki taşı bile ayağı ile bir kenara itmeyen, 'onu da Allah yarattı elimizle bir kenara koyalım' diyen gül gönüllü insanların naif medeniyeti Osmanlı'dan bir kesitle şehir ve medeniyet örgüsünün ne kadar girift bir bilmece olduğunu açıklamak istedim.
Bu bilmecede insan medenileştikçe mekân medenileşiyor ve yaşanılan çevre huzur ve dinginlik saçıyor. Fakat sözüm ona medeni yaftasını sadece zamanla ilgili değerlendiren kesim için şimdiki zamanlarda yaşayan herkesin medeni sayıldığı şimdiki şehirlerde neredeyse medeniyetten eser kalmamış.
Şehirlerimizin eski zamanlarda ne kadar ince fikirlerle donatıldığına dair daha birçok örnekler verebiliriz. Kuşlara bile vakıf kuran medeniyetimizden geriye kalanlara baktığımızda kültürümüzde çok önemli yer tutan birçok değerin ne yazık ki zayıfladığına şahit oluyoruz.
Medeniyetin, medeni insanların elinde yükseleceğini unutmamalıyız. Eski zamanlardaki o naif ve insani değerlerimizi unutmamak, yaşayıp, yaşatmak ve sonrasında belki yine selam ve güven ikliminin hâkim olduğu şehirler, evler görmeyi arzu ediyoruz.
Şimdi içlerinde yaşadığımız sözüm ona modern şehirlerde nefes almaya çalışan insanlık, yaşadığı şehirden, daha çok incelik beklemektedir. Şehirlerin dizaynında ince dokunuşlara gerek var diyebiliriz.
Senelerin ve mekânların pek önemi yok aslında anlattığım meselede. Kişilerin ve olayların pek öneminin olmadığı gibi...
Medeniyetin çoğalması için şehirlerin büyümesine gerek yoktur. Adına insan denilen varlıkların çoğalması medeniyeti çoğaltacaktır.
İnsan, Bakara Suresi’nin 30. ayetinde açıklandığı üzere yeryüzünde halife kılınmıştır. O, özgür iradesini kullanarak Allah'ın insanlar için koyduğu yasaları, onun vekili olarak uygulayacak ve uygulatacak soylu bir varlıktır.
Şehirlerin medenileşmesi için içinde yaşayan insanların kültürel olarak değer ve erdemlerle yüklü soylu bireyler olması gerekir. Medeni şehirlerin içinde yaşayan insanların birçok insani vasfı ile öne çıkmış ve o şehirlerin sakini olduğu gerçeğiyle...
İnsan ve medeniyet konulu yazımızda girizgâh ve ezcümle aynı cümle olsun.
Her şey incelikten, 'medeniyet' kalınlıktan kırılır...
Kalemimizden bir şiir ile nihayetlendirelim.
Sağlıcakla, hoşça kalın…

SAKİNLEŞTİR
Kalbini iskân et şehrime, vaktidir…
Kavuşmak azmindeyim dağlar kadar.
İki yalnızın bir kalabalık etmediği demdir bu,
Ortak bir yalnızlıkta buluşmak demidir…
Oysa yılkı atının yalnızlığı gibidir sükût…
İçim sıra kımıldanırken gizil öfkelerim
Gölgem dahi uzamasın ardım sıra isterim
Kalbini iskân et şehrime, vaktidir…
Sokaklarımda uyu, kuşluk vakti uyan
Gez dolaş patikalarımda salınaraktan
Sakinleştir beni ey sevgili
Sakinleştir kendini şehrimde
Sakinleştir beni ey şehir
Sakinleştir kendini kendimde…