Asıllarla suretlerin sahnesidir hayat.


Adına hayat denilen bu sahnede asıllarla suretlerin duruşmaları sürerken, gerçeği arar dururuz.

Duygularımızda, işlerimizde ve ilişkilerimizde bazen asıllara bazen de suretlere bürünerek hayatımızı sürdürürüz.

İnsan için aslolan ise kendi gerçeğini bilmektir. Bu gerçek bizi biz yapan benliğimizden gelir.


Benliği ahlaki prensiplerle işleyen, temiz ve insani duygularla kaplı bir insanın suretlerle işi olmaz. Hayatı yekten ve asıllarla yaşar. Sade bir mantıkla, evrensel değerlere uygun, iyilik temelli bir dünyası olur. Genelde çok çevresi, parası ve itibarı olmadan da geçip gider...

Kendi gerçeğinin farkında olmayan, benliğinde ahlaki kırıklıklar barındıran insan ise genelde suretlerle yaşar. Sureti haktan görünmeye çalışsa da hayatı taklit ve tenkitlerle doludur.

Başka kişileri veya grupları taklit ederek giriştiği iş ve ilişkileri yüzünden bir türlü kendi olamadığı gibi bunları tenkit ederek de enerjisini boşa harcamaktadır.

Kendi yolundan gitmediği için yorgun, sürekli başkalarını mutlu etmeyi seçtiği için mutsuzdur. Hep başkalarını kendi hayatının orta noktasına koyduğu yetmez gibi işine gelmediği durumlarda onları tenkit edip hatta çamur atmak tercihlerini bile yeğleyebilir.

Asıl ile suret hep bir çekişme içindedir.

Bu çekişme dünyanın insanoğlu ile imtihanının başladığı günden beri de vardır diyebilirim. İddialı bir cümle ile ifade edersem, belki sosyolojik örgü için asıl ve suretin ikisinin de bulunması gerekli bile olabilir.

Nasıl ki her şey zıddıyla maruftur. İyi-kötü, doğru-yanlış, artı-eksi varsa, asıl ve suret de var olmalıdır. Bu konu sosyolojik ve felsefi bir boyutta kalakalsın biz yazımıza devam edelim.

Kişinin benlik kaygıları asıl olmaya meyilli ise genelde ilişkileri sağlam, karakteri ve çizgisi düzgün olur.

Bunun tersi durumda toplumda; her kaba göre şekil alabilen, bugün böyle yarın başka, ahlaki değerlerinden taviz verebilen, çizgisi kırık tipler peydah olur.

Bugün birçok mecrada çeşitli algı yönetimleri ile oluşturulan suretleri yani sahte kahramanları görmekteyiz.

Kendi çizgisi, fikri, cümlesi ve duruşu olmayan bu tiplerin doğru ve gerçeklerle savaşlarının sahnesi gibi ortam...

Ünlü yazar Cervantes'in meşhur roman kahramanı Don Kişot'un hakkını teslim edelim. Gezgin şövalyenin saldırdığı her şeyin önceden gördüğü ve insanlığın hala çözemediği konular olduğu söylenebilir. Don Kişot'un sahte bir kahraman değil gerçeklerin peşinde koşan bir şövalye olduğunu düşünüyorum.

Kişi en önemli husustur. Kişinin çocukluktan itibaren aldığı eğitim, gördüğü terbiye, bulunduğu ortamlardan edindiği tecrübeleri kişiyi iyilik ve doğruluk üzere yaşayan bir asıl kimliğine büründüreceği gibi bu hususlardaki eksiklikler kişinin karakterini surete de çevirebilir.

Konular ne kadar asıl da olsa kişi suretse sonuç hüsran olacaktır.

Doğru yoldan yürüyen yorulmaz der atalar. Kişinin kendi gerçeğini bilmesi ile başlayan asıl olma hikayesinde kişi ya var olur ya da bir suret ve kopya olarak başkalaşır.

Bu başkalaşım sonucunda kişi kendisi olmaktan çok bir grubun üyesi, bir birliğin mensubu gibi hayatı sorgulamaktan uzak, biat edip itaat edeceği sistemlerin parçası olabilir. Bu da kişiyi kendisi yapmaktan çok başkalarının ortalaması yapar.

Bu başkaları iyi niyet ve evrensel değerleri benimsemeyen bir topluluk ise kişiye ve çevresine büyük zararlar gelebilir. Değilse bile bir grubun üyesi olmayı seçen insan davranışları itibariyle çoğunlukla kendisi olamayacaktır.

Bizim gibi doğu toplumlarının aydınlanma sürecinin uzadığı düşünüldüğünde kendi adıma; hiçbir gruba / zümreye veya idrakime 'izm gömleği giydiren herhangi bir topluluğa üye olmamanın verdiği rahatlıkla asıl olmak iddiasıyla, bağımsızlığımı yaşıyorum diyebilirim.

Çünkü ben hiçbir kabın şeklini alamam ve hiçbir fikrin tamamen doğru olduğunu düşünmüyorum. Ayrıca idrakimi bir grubun üyesi olduğum zaman o gruba teslim edemem. Bu ben olmaktan çok, başkalarının ortalaması olmak fikri beni kısıtlar diyebilirim.

Hz. Mevlana asıl - suret meselesinde şöyle demektedir;

"Ey surete tapan! Ne zamana kadar suret kaygısı sürecek? Senin mânâsız canın suretten kurtulmadı gitti. Eğer insan, sûretle insan olsaydı Ahmed’le Ebu Cehil müsavi olurdu. Duvar üstüne yapılan insan resmi de insana benzer. Bak, sûret bakımından nesi eksik. O parlak resmin yalnız canı noksan. Yürü, o nadir bulunur cevheri ara."

Asıl olmak adına kendi gerçeğinden yola çıkarak özgür düşünce ve evrensel değerler ölçeğinde yol alan herkes aslında kendi hayatının kahramanıdır. Bu kişiler çevresi için güzel bir örnek ve iyi bir dünya vatandaşı olarak dünya serüvenini tamamlar.

Asıl olmayı başarabilen bu kişiler dünyadan gelip geçerken büyük izler bırakmış yüce şahsiyetler de olabilir, herhangi bir ülkede sessiz bir hayat sürmüş sade vatandaşlar da...

Her iki gruba da yüzlerce örnek verilebilir.

Bunlar nevi şahsına münhasır kimselerdir. Kimlikleriyle herkesten ayrılan bu kişiler asıl olmak gerçeğini benliklerinde yoğurmuş ve özgün karakterlerini iyiliğe emretmiş şahsiyetler olarak göze çarparlar.

Fatih Sultan Mehmet'in bir gece vakti gemileri karadan yürütme fikri özgün karakterinin deha boyutundaki bilgisiyle harmanlanması sonucundadır. Bu olay kopya veya suret sayılamayacağı için, Fatih tam manasıyla bir asıldır.
Yaşamı boyunca çeşitli sağlık problemleri çeken Beethoven 1801 yılında işitme problemleri yaşamaya başlamış ve 1817'de tamamen sağır olmuştur. Bu dönemden sonra Beethoven'ın sağırlığı müzik yaşantısını hiçbir şekilde etkilememiştir ve 9. senfoniyi sağırlık döneminde bestelemiştir. Bu özelliğiyle tam bir asıl örneği sergileyen Beethoven tüm dünyada örnek gösterilecek bir kişiliktir.

Böyle bir yazıda Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'ü örnek vermeden olmaz kanaatindeyim. Hayatının her alanında tam bir asıl olarak Türk milletine ve insanlığa örnek olmuş büyük devlet adamının dehasını kötü niyetliler dışında herkes biliyor ve takdir ediyor.

1920'lerin başında dünyadaki konjonktür düşünüldüğünde egemenliğin kayıtsız şartsız millete teslim edildiği bir ülke hediye eden bir lider asıl ve asildir...

57 yıllık yaşamına; 11 savaş, 24 madalya, 7 nişan, 13 kitap sığdırmakla kalmayıp; herkesin bildiği birçok entelektüel vasıfla her alanda milletine örnek olmuş bir yüce bir şahsiyettir.

Nevi şahsına münhasır sözünü en çok ona yakıştırırım. Savaş meydanında roman okuyan, boş cephane sandıklarına kitap doldurtan, ağacı kestirmek yerine binayı taşıtan, çocuklarla salıncakta sallanan, halk plajında denize giren, köy kıraathanesinde kaba boydan türkü söyleyen ve daha nice asıl özelliğini bütün dünyanın takdir ettiği Atatürk'ün, gelmiş geçmiş liderler arasında halkının gözünde nevi şahsına münhasır farklı bir yeri vardır diyebilirim.

Söze esas, temsile mana

Birçok kabiliyetinin gizlendiği eşsiz ruhuyla ve biricik olarak dünyaya gelen insan asıl veya suret olma ikilemini aştığında kendi gerçeğiyle yüzleşecektir.

Bu gerçek ya asıl olarak dünya hikayesinin kahramanı olduğu kendi romanını yazmak ya da bir grubun, zümrenin veya başkalarının ortalamalarından oluşacağı sıradan bir suret olmaktır.

Suret olmak insanı sıradanlaştırır. Sıradan suretler hayatlarında kendi gerçekleri ile yol alamayacakları için asılları taklit etmekte yarışacak, hatta bu yarışta dalkavukluğun sınırlarını zorlayabileceklerdir.

Sıradan bir suret olmaktansa,
Özgün bir asıl olarak yaşamak,
Yaşamak olsa gerek...

Vesselam.

Sağlıcakla, hoşça kalın.