Gözü, arabanın silecekleri ile motor kaputunun arasına sıkışmış sararmış bir çınar yaprağına takıldı. Yaprak öylesine yıpranmış, öylesine kırılgandı ki, bir an için ona hayat vermiş olan ağacın dallarından kaçmak için mi sürüklendiğini ya da o eski köklerine kavuşmak umuduyla mı savrulduğunu düşündü. Belki de bu yaprak, kaçıyordu… Köklerinden, dalından, yıllardır gördüğü acılardan, yaşadığı çilelerden uzaklaşmak istiyordu. Kim bilir ne kadar süre boyunca rüzgârların hışmına uğramış, güneşin kavurucu ışıklarında solmuş, insanlar tarafından hor görülmüştü. Belki de üzerine basıldığında çıkardığı o kısık çıtırtı, onun çığlığıydı. Ne kadar çok kaçış planı yapmıştı da bir türlü özgürlüğe ulaşamamıştı; tıpkı hayatta herkesin kurduğu ama ertelediği hayaller gibi...
Ya özlem duyuyorsa? Dalında, esen rüzgârlara inat, yıllardır bir kavuşmanın hayaliyle beklemişse? Belki de bu sarı yaprak, ağacın bir parçası olmaktan hiç vazgeçmemiş, her esen rüzgâra daha da özlemle titremişti. Beklemek… Zamanın ona ağır ağır bir yük gibi bindiği, sabrını tüketen, ama umudunu hiç bitirmeyen bir bekleyiş. Şimdi nasıl olmuştu da dalından kopmuş, bir hüzün bulutunun içinden savrulup gelmişti? Rüzgâr onu neden onun arabasının sileceklerine doğru taşımıştı? Motor kaputuna değil de neden buraya? Bu kaçışın arkasında nasıl bir hikâye yatıyordu? Belki de rüzgârla bir anlaşma yapmıştı; ona özgürlüğü vermesi karşılığında ruhunu feda etmişti.
Yaprağın gideceği yer neresi? Belki de sevgilisi diye sarılacağı, onunla bütünleşeceği bir toprak parçasına gitmek istiyordu. Ama bu yolculuk çok uzun, çok belirsizdi. Sevgilisine ulaşması için daha ne kadar savrulması gerekecekti? Ya ulaşamazsa, ya dağılırsa rüzgârın kollarında?
Hayat böyle değil mi? Hep bir yerlere, birilerine, bir şeylere ulaşmanın telaşı içinde sürüklenip dururuz. Bir sevgiliye kavuşmanın, para kazanmanın, belki de ebedi hayatta cennete ulaşmanın hayalini kurarız. Ama her kavuşma bir özlemin içinde doğar. Her yolculuk, rüzgârla yapılan bir pazarlık gibidir; bedelini ödeyip de vazgeçemediği...