Saatleri hep geriye aldım senden mesaj beklerken.
... Birkaç gündür doğru düzgün mesaj yazmıyordun. Yine yoğun çalışıyordun. Bir şey diyemiyordum. İş hayatı bu aksatmaya gelmez. Biliyordum senin de aklın bendeydi. Ama bekliyor insan ara sıra bir iki kelime de olsa özlendiğini bilmeyi.
Sana “acele etme, ne zaman istersen okursun mesajları” diye yazıyorum ya, gel de bunu içime sor. Kelimeler içimi tekmeliyor heyecandan. Ben sakin görünmeye çalıştıkça, çıldırıyor ruhum En son dün yazdın, kalabalıkmış başın, uygun olamamışsın aramak için. Bekledim sabırla. Yine tutamadım kendimi, gece yarısı hasretimi yazdım, özlediğimi. Ses kaydı aldım, yolladım sana, içli bir keman müziği eşliğinde. Duy da senin de özlemin iyice depreşsin diye. Geç dinleyebilmişsin, yazacağım diye cevap vermişsin. Olsun, canın sağ olsun. Olsun, onca koşturmanın içinde kapris de yapamam ki sana. Ama yine de bekliyor insan, ufacıktan bir serzeniş beliriyor içimde. Tutuyorum, yutuyorum. Ruhuma kalsa saatlerce yazacak, kalbime kalsa derhal arayacak. Durun diyorum, sabredin okuyacak. Yok, hemen okuyacakmışsın. Delirmeyin diyorum; işi var, çalışıyor, başı kalabalık ama söz geçiremiyorum. Gel de kendin anlat. Zaten o da zaman kolluyor, bir boşluk bulsa benden önce yazacak diyorum. İnanıyorlar ama ne telaş ne telaş... Ara ara “özledim” demeliymişsin, bir kelime de olsa “merhaba” etmeliymişsin. Yoğun da olsan minik bir arada “aklımdasın...”
Saatler sonra dinlemiş, kayıtlarımı çok beğenmişsin. “Küsmedin değil mi?” diye eklemişsin o kısacık mesajın sonuna. Ne diyebilirim ki? Küsmek? Hem neye yarar ki, ne değişir? Kısacık mesajını onlarca kez okudum sanki hikâye okur gibi. Kaldım, telefon elimde. İçimden geçenleri yazsam, asıl benim mesajım hikâyeye döner. Neler anlatırdım?
Geçmek bilmeyen saatleri nasıl tarif ederim ki? Kendimi oyalamak için nasıl çırpındığımı, evde ne kadar alakalı-alakasız iş varsa yaptığımı... Garip şarkılar açıp, dikkatimi dağıtmaya çalıştığımı, nasıl yazayım? Sana ‘uygun olunca okursun’ diye yazarken parmaklarım ile kavga ediyorum. Bir serbest bıraksam neler yazacaklar, beni esir alıp, sana her şeyi anlatacaklar. Tamam diyorum, o da heyecanlı öyle ki sesimi duymak için sabırsızlanıyor, arasa saatlerce konuşacak. Kalbim içerden, kelimelerim beynimden, ruhum her yerden hücuma geçiyor. Hepsi ayrı bir sarsıyor beni. Söz diyorum, bir sonraki mesajda ‘acele et, gecikme, zaman bul’ diye yazacağım.
Bir yandan yağmur yağıyordu, balkona çıktım temiz hava almak için. Olmuyor ki, damlaların sesi, yaprak hışırtısı ve senin özlemin... Üşümem gerekirken içim alev alev. Şu geçmeyen saatlerde kendimle ne hesaplar yaptım, ne savaşlar verdim bir bilsen. İçimde kopan fırtınaları söylemeyim bile. Gelsen dinecek yağmurum, süt liman olacak gökyüzüm, gökkuşağı çıkacak, çiçekler coşacak, renkler birbiriyle yarışacak.
“Küseyim mi?” yazabildim onlarca kez yazıp, sildiğim mesajdan sonra. Ve yine oldukça geç gelen mesajında iki kelime... “Küsme tabi ki...”
“Bekledikçe inciniyorum, saatlere saydırıyorum, şarkılara kafa tutuyorum, koltukları tekmeliyorum. Bütün kâğıtları, kalemleri yere atıyorum-onların ne suçu varsa- aynaya bakmıyorum, dört duvarın içinde dönüp duruyorum...” yazayım dedim, yazamadım.
Olur da bir gün okursan bu yazdıklarımı, o zaman anlarsın. Odamdaki saatleri sürekli geriye aldım, sanki saat ilerlememiş de, mesajları sen bana yazalı daha yeni olmuş gibi.
Küsmedim de... Özledim ulan özledim! Deli gibi, divane gibi özledim. Burnumda tütüyorsun, yüreğimi yakıyorsun. Gelen mesaj sesinde heyecandan duracak kalbim, bilmiyorsun. Dağıttım kendimi, tepindim. Anla işte; öyle ciğerden, öyle yürekten, öyle eşek yüküyle ÖZLEDİM!..
Özledim.
Özledim.
AN’SIZI’N AŞK adlı öykü kitabından
Olgu TAŞKIN ÇANKAYA