Küçücük elleriyle dünyaya tutunmaya çalışan bir çocuk var. Gözleri masum, yüreği kocaman ama dünya ona ağır geliyor. Her sabah, evin içindeki fırtınaların gölgesinde uyanıyor. Annesiyle babasının bitmek bilmeyen kavgalarının, abisinin öfkesinin ortasında kayboluyor.

Büyüklerin ağır sözleri, “Senden adam olmaz,” diye yankılanıyor kulaklarında.

Küçük yüreği, bu sözlerin altında eziliyor, “Beni niye sevmiyorlar?” diye sorguluyor durmadan.

Ama cevaplar, o minik aklının labirentlerinde kaybolup gidiyor.

Okul servisine koşarak binerken, yüzünde bir umut ışığı beliriyor. “Belki de okul, bu kaostan kaçışım olabilir,” diye düşünüyor.

Okulun soğuk koridorları, sınıfın sıkıntılı havası, onu yine boğuyor. Arkadaşının keskin sözleri, zaten dolup taşan bardağını iyice taşırıyor. Artık dayanamaz, okkalı bir küfür savurur içinde biriken öfkeyle.

Öğretmen yanlarına geliyor; hiç sorgu sual yok, “Ne oldu,” demiyor; “niye ağlattın arkadaşını?” diyor ve şöyle tepeden dik dik bakıyor, gözleri kan çanağına dönen arenadaki boğa gibi, sonra da, “Özür dile!” diyor “Özür dile,” arkadaşından.

Ama çocuk inatla, “Hayır!” diyor. “Dilemeyeceğim,” diyor, çünkü yüreğindeki adalet terazisi ona haklı olduğunu söylüyor.

Gelip çatıyor eve dönüş saati, Askerin yine savaş alanına dönüşü gibi.

Annesinin ilk fırçası, kapıdan girer girmez yüzüne çarpıyor. Çünkü duymuştur okuldaki olanları. Öğretmeni telefonla anlatmıştır neden olduğunu değil ne olduğunu.

Akşam yemeği, zehir gibi boğazından zor geçiyor. Babasının fırçası, yüreğindeki acıyı daha da derinleştiriyor. “Madem beni sevmeyecektin, neden beni doğurdun?” diye haykırıyor içinden annesinin yüzüne karşı. Ama ses duvarlara çarpıp geri dönüyor.

Dedesinin sıcak kolları, ona dünyadaki tek sığınağı gibi geliyor. Arıyor dedesini “Dede bize gelsene,” diyor. Dedesi çocuğun sesini duydu ya, iki eli kanda da olsa koşarak geliyor, onun küçük dünyasına giriyor. Oyunlar oynuyorlar, sırlar paylaşıyorlar.

Dedesine bakıyor, “Sırrımız olacaksa sana bir şey anlatacağım,” diyor.

Dedesi, “Anlat,” diyor torununa acısını gözyaşlarıyla yıkıyor, ama çocuk bunu görmüyor. “Bu sırrımızı kimseye söyleme,” diyor çocuk, çünkü biliyor ki, bu sırlar dışarı çıkarsa, fırtına onu daha da sert vuracak.

Dedesi “tamam” diyor.

“Bu gün okulda arkadaşıma küfür ettim biliyor musun?”

Çocuğa ilk defa birisi “neden” diyor. Sabahtan beri kopan fırtınaların içinde ilk defa birisi; “neden,” diyor.

Çocuk bir bir anlatıyor dedesine, o da dinliyor. “Arkadaşım bana sürekli sen çocuksun, baksana boyun bile benden küçük diye alay ediyor,” diyor sonrada arkasından, “Oh rahatladım,” diyor.

Dedesi bakıyor torununa “Ne de zor gün geçirmişsin bir kaşık suda çıkarılan fırtınada az kalsın boğulacakmışsın.”

Torununun yüzüne bakıp gülümsüyor. “Unutma,” diyor “ Unutma,” her fırtınanın sonunda toz bulutları dağılır, hava aydınlanır güneş yeniden gülümser. “Ama biliyorum bu devirde çocuk olmak yine de zor.”