Nasıl bir dönemde yaşıyoruz, inanın anlamak ve bilmek çok mümkün değil. Baksanıza bir dünyaya. Her yandan bir acı çığlık sesleri geliyor. Her yanda bir yangın, her yangında yanan suçsuz ve günahsız yürekler. Belki de en acısı suç işleme çağına bile gelmemiş insan yavruları, yani yetimler!
O yetimler ki, yanarken de seslerini duyamazsınız. Hatta yanarken yüreği, çok çok göz yaşını görürsünüz, hemde hıçkırıksız. Ne günahları vardı ki!
İnsanoğlu bir günah üzerine dünyaya göç etti. İnsan dünyaya günahın bedelini ödemek için gelmedi aslında. Affa layık olmak için geldi. İlk insan hepimizin yerine affını diledi, Yüce Yaradan’dan. Ama biz ne yapıyoruz? Neden geldiğimizi unutalı bin yıllar olmuş, haberimiz bile yok aslında.
Neden savaşıyoruz, neden savaşmaktan vazgeçmiyoruz, şart mı savaşmak? 
Sorarsan herkesin kendince masum bir sebebi var değil mi? Her masum sebebe bir de haklılık kılıfı bulunmuş değil mi?
Peki, herhangi bir coğrafyada kavgadan savaştan habersiz doğmuş, bebelerin ne suçu var? Hangi hakla, yetim bırakırsınız? 
İnsanlığın en temel yaşam biçimi ailedir. Aile nedir? Anne baba ve çocuk/çocuklar. Ne oldu ailelere? Binler milyonlar neden annesiz babasız yaşamaya mahkum ediliyor. Büyüklerin savaşından küçüklere “ne” değil mi? Sorarsan büyüklere, küçükler için, onların geleceği için savaştıklarını söylerler değil mi? Daha iyi bir gelecek için her şey, öyle mi?
Yalan! Dünya kurulduğundan beri savaşıyorsak, demek ki hiçbir zaman geleceği inşaa edemedik. O zaman bu savaşlar, yetimden başka bir şey doğurmuyor.
Savaş ve barış, toprak ve su misali olmuş adeta. Toprakla suyun bir mücadelesi var. Sürekli bir galip gelme savaşı. Toprak suyu içine alarak, yavaş yavaş, hapseder. Galip gelmiş gibi görünür, güneşi de yanına alınca. Bir gün su artık bunalır ve çoşarak akar.Ve toprağı yener. Toprak eski haline dönmesi yıllar, belki de yüz yıllar alır. Hani derler ya bir santimetre toprak bilmem kaç yılda oluşur. 
İşte böyle bir şey, savaşta ve barışta. Toprak barışın temsilcisi, su savaşın temsilcisi kabul edelim. Eğer barış dengeli olmazsa, savaş kaçınılmaz olur. Suyun isyanı misali herşeyi alır, yok eder. Sonra inşaa için uğraş verirsin, bir başka savaşa kadar.Bir kısır döngü. İnsanlık bundan da çıkmak istemiyor. Her mağlubiyet, bir mücadele sebebi oluyor. Her galibiyet yok etmek için bir başka motivasyon kaynağı. Ama nereye kadar değil mi?
Nereye kadar olacak tabiki de yetimler ordusu gelene kadar. 
1990 ların sonuna doğru yeni gelen yüzyıla hatta bin yıla takma adlar takılıyordu. Bu takma adların aslında bir önemi yoktu. Çünkü bu yüzyıl, yetimler yüz yılı olacağı yüz yıl önce çizilen haritalardan belli idi.
Baksanıza. Biraz kulak kabartın. Duyuyor musunuz bir ses. Tüm sesler sukute erdiğinde duyduğunuz ses, bir yetimin sesi. 
Ama nereden duyacağız ki, kendi gürültümüzden, kendi bağırmamızdan.
Ey insanlık silkin artık! Sonu yok bu savaşın. Masumların ölümü, yetimlerin çığlıkları ne zaman bitecek!
Bak bu yazı bile okunurken, kim bilir Akdeniz’de kaç yeni yetim doğdu. Bir bilsek. Gerçi biliriz değil mi? Zaman zaman istatistik hastalığımız ortaya çıkar. Kaç masumu öldürdük, bunu da yazarız bir kenara. Falanca yılda Akdeniz’de bilmem kaç tane insan boğularak öldü. Öldü mü? Öldürüldü mü? 
Göçe mahkum edilmiş insanlık, her geçen gün daha çok yok oluyor.
Beyazlarla siyahların, doğulular ile batıların, kuzeylilerle güneylilerin, Avrupalılar ileAsyalıların …savaşları. Keşke sadece bu kadar olsa da, cümlenin sonunda üç nokta koyma zarureti olmasa idi. Daha o kadar çok ayrılık var ki!
Ne gerek var aslında, bütün bunlara.
Her çocuk aile içinde büyüse, yetim olmasa, yetimler olmasa. 
Ey insanlık! sana idi bunlar. Tüm canlılar içindeki farkın olan aklını kullan ve barış artık. Önce kendinle barış. Kendinle barışırsan, dünya ile barışırsın, farkındasın değil mi?
Hadi o zaman yanan her alev barışa ışık olsun, alevler barışı değil savaşı yaksın.
En azından bir kez deneyelim, belki kazanırız.
Yetim yüzyılının sona ermesi için, senin benim dilimde en etkili araç var: Sözlerimiz ve gözlerimiz.
Ellerimizle yaptıklarımızı değil, gözlerimizle masumca yazdıklarımızı okuyalım.
Belki bu defa sonsuz barış gelir,
Hadi deneyelim…