Ortadoğu hep böyle miydi? Olan biten ne varsa bunu son zamanlardaki gelişmelere bağlamak yada olan bitenleri bir dine mal etmek, aslında dini ve kutsalı yıpratmak ve zarar vermekten öteye varmayan bir yaklaşım olacaktır.
Tüm Semâvî dinler öldürmeyi yasaklamıştır. İnsanı yaşatmak esastır. Bu hem kendi dindaşlarına hem de başka dinin mensuplarına karşı bu böyledir. Ama dinler tatbikat safhasında bazen kişiselleştirilmekte ve amacı dışında bir hedefe yönelmektedir. Din barışa ve kardeşliğe araç iken, savaşa ve kardeşliğe vesile kılınmıştır ne yazık ki!
Tabi son on, son yirmi yıldaki dünya üzerindeki huzursuz ve savaşan bölgelere bakıldığında, peşin hükümlü bir zümre, bu durumu İslam’a bağlama gayreti içinde olduklarını görüyoruz. Ortadoğu’ya bakarak böyle bir hüküm veremeye çalışanların aslında ne de cahilce bir yargılama içinde olduklarının farkında bile değiller.
Bir kere kardeşin kardeşi tarafından hele hele din adına bunun yapılmasını tasvip etmek mümkün değildir. Bu ister savaşta isterse barışta olsun. “Allahuekber” diyerek kardeşi öldürmek Müslümanlığın hiçbir yerinde yoktur. Hal böyle iken, bu olsa olsa sapkın bir zihni düşüncenin hayata geçmesinden öteye varmayan bir davranıştır. İslam’ın hiçbir kaynağı ve öğretisi de bu şekilde bir hayat öngörmemektedir.
Savaşların ve göçlerin sorumlusunu arayan Batılı savaş tüccarları aslında neyin ne olduğunu gayet iyi biliyorlar. Bu tüccarlar mallarını satacak bir pazar bulmaları gerekiyor ki, zenginlikleri süreklilik arz etsin. Bir avuç insanın mutluluğu için, bir dünya insan hem de bir hiç uğruna yok olmuş, bu tüccarlar için en önemi var. Onlar hep mallarını satma gayreti içindeler ve hala satıyorlar.
Düşünsenize, silah satıyorsunuz, sizden olmayanlara. Kimi yok etmek istiyorsanız onun eline silah verip, bir başkasına doğrultuyorsunuz. Tetiği siz çekmiyorsunuz ve öldürüyorsunuz, şimdi siz katil olmuyorsunuz haa.
Bugün bir bakın savaşan ülkelerin, iç karışıklığa mahkum edilmiş ülkelerin hangisinde silah fabrikası var? Bu ülkelerin ekonomik göstergelerinde silah sanayinin yeri ne kadardır?
Önce sıradan bir nifak ile kardeş kavgası, gerisi kolay değil mi?
Yapmayın bunun sebebi ne din olabilir ne de millet!!!
Görmüyor musunuz?
Görmüyorsanız da idrakte mi edemiyorsunuz?
Olan biten o kadar sade ve yalın ki…
1990 larda ve yeni yüzyılın başında eylemleri ile zirve yapan, tüm dünyayı adeta kasıp kavuran, adını bile unutmaya başladığımız o malum örgüt nerede bu gün. Başta Afganistan, Pakistan olmak üzere, tüm huzuru kaçıran o örgüt sahi nerede bu gün?
Peki, sözüm ona bir anda oraya çıkan, acımasız yeni global örgüt ne zaman nerede ortaya çıktı? Sahi manidar değil mi, bir unutturulmaya çalışılırken, bir diğerinin insanlığın canını yakması…
Atlantiğin öte yanında, beyaz bir evde mukim olan ve yine sözüm ona sekiz yıl kadar önce ezilmiş halkların kurtarıcısı gibi gösterilen, O bir zamanlar seçenleri tarafından rengi hoş görülmeyen adam ne yapıyor? Bir sinek bile kıpırdasa dünya üzerinde, haberi olan O adam, nasıl olur da, “özgürlük” götürdüğü topraklarda terörden beslenen devlet benzeri bir yapıyı görmez yada göremez? Size hiç inandırıcı geliyor mu?
Bütün bunları boş verin. Atlantiğin ötesine geçen hiç kimseden medet yok zaten. Ortadoğu, Ön Asya ve Kuzey Afrika neden bu halde. Belki çözmemiz gereken soru bu. Yeni global ve sözde Müslüman örgüt eğer Müslümanların ortak düşmanına karşı bir eyleme girmiyorsa, yine bu devletin bir bakanı bu örgütün adeta kendi varlıkları için gerekli olduğunu söylüyorsa, bir kez daha düşünmek lazım. Acı içinde kıvranan coğrafyanın büyük bir kısmının Osmanlı Coğrafyası olması da ayrıca düşünülmesi gereken bir soru.
Bakın, bu günden bu andan başlayalım. Neden savaşlar bu coğrafyada, neden kan bu coğrafyadan akıyor? Çokta düşünecek zamanımız yok aslında, icraat yapmamız lazım. Her şeyin sebebi petrol olamaz sanırım. Enerjiye sahip olmak, bundan dolayı aramıza nifak sokuyorlar demek, sorunu çözmez ve cahilce bir yaklaşım olur zaten.
Kardeşlik ve barış adına, huzur için, gelecek için, önce kabilecilik ve mezhepçilikten vazgeçmemiz lazım. Aslında bunu hepimiz biliyoruz da, uygulama safhası işimize gelmiyor değil mi? Bazen en yakın düşman, en iyi dost olur. Bir dene istersen, aynı mahalle, aynı şehir aynı ülkede, ne de çok farkımız var değil mi? Bu farklılık zenginliğe vesile olamz mı? Bu farklılık kasalarımız değilse de gönlümüzü zengin kılmaz mı? Gözlerimizi kapasak da, etrafı görmesek de olur, yeter ki, idrakimiz kapanmasın.
Kardeşlik sözleri dilde kalmasın mesela. Çocuklarımıza nasıl affettiğimizden ziyade, neden affetmek zorunda olduğumuzu anlatalım. Nasıl savaşın sona erdiğini değil, nasıl savaşmaya başladığımızı anlatalım mesela.
Bir yerden başlayalım. Vakit geçiyor. Gelecek nesillerin lanetine değil, sevgisine yol alalım.
Affetmenin bedeli olsa da yürekte, savaşmak kadar ağır bedeli yoktur. Savaşın her gün bir bedeli vardır, hemde nesillere aktarılan, barışın bedelini bile unutursun, huzur geldikten sonra.
Savaşın, öldürmenin, yok etmenin coğrafyası, iklimi, dini ve milleti yoktur.
Yarın savaşın olmadığı, göçlerin olmadığı bir dünya olsun. Ben, sen ve o yetmez, biz, siz ve onlarında gelmesi lazım. Ama barış benle ve senle başlar.
Hadi en güzelinden bir kardeşlik türküsü söyleyelim, olmaz mı?